Bıçak derine indikçe çığlık keskinleşiyor!
Fotoğraf: Envato
Adalet yürüyüşüne ilgi büyüyor. İktidarın itibarsızlaştırma çabaları da...
Arada ise CHP’nin şeceresini sayıp dökmekle yetinen bir garip ‘gözlemcilik’... “Enis Berberoğlu tutuklanmasaydı yürümek akıllarına bile gelmezdi” diye başlayıp “Nereye kadar gidebilirler ki?” falıyla kapatılan parantezler...
Herşey ‘süreç’ işi aslında... Erdoğan’ın daha başından “yürüyorlarsa bu Hükümetimizin lütfudur” sözleri ve Kılıçdaroğlu’nun “haklarımızı lütuf olarak gören birine diktatörlüğü hatırlatırım” yanıtı, süreci okumak için yeterli anahtarlar niteliğinde...
***
Neymiş? Muhalefet yeri Meclis’miş, adalet yollarda aranmazmış! ‘Fiili durumu hukukileştirmek’ üzerinden yol alanlar, ancak fiili mücadeleyle doldurulabilecek bir muhalefet boşluğu yarattıklarının farkında değiller herhalde. Eşyanın tabiatı oysa. Herşey gibi muhalefetin de dayattıkları koordinatlarda ‘varmış gibi’ sürmesini bekliyorlardı, ama ne mümkün! “Siyasetin yeri” diye işaret ettikleri Meclis’i nasıl siyasetten yalıttıklarını, 15 Temmuz’da bombalanan Meclis’in asıl sonrası süreçte siyaseten yıkılıp hiçleştirildiğini unutuyorlar (mı acaba?). Ki dokunulmazlıklar meselesi son noktaydı. Orada ‘evet’ diyen ve ‘Meclis dışı siyasete’ müthiş alerjisi olduğu bilinen CHP merkezinin bile bugün ‘sokakta’ olması bir sonuçtur sadece. CHP bile Meclis dışı siyasete yönelmişse bu artık Meclis’in muhalif siyaset merkezi olmaktan çıktığını göstermektedir.
Bu önemli gelişme, ‘tek adam’ rejimi inşasının doğal sonuçlarından biridir. Sizin eserinizdir denilse yeridir yani! Biraz tehdit, biraz şaşkınlık, biraz da çaresizlik içeren “lütfumuzdur” yorumuna kaynaklık eden mantalitenin bunun farkında olmadığı söylenebilir mi? Hayır, herşeyin farkındalar. “Durmak yok, durursak düşeriz” parolasıyla yürümeye çalışan bir zorunluluk hali bu. Devlet partisi olduğuyla övüne gelen CHP’yi bile ‘sokağa atan’ bu ‘yeni devlet’ mimarisinin öngördüğü rejim kurgusu için güdük parlamenter gelenek bile bol geliyor çünkü.
***
CHP’nin geldiği nokta, bir sürecin de sonudur. Yanında yöresinde dolaşarak (iştikşafi muhabbetler, Yenikapı ruhu falan...), bazen ortaklık yaparak (dokunulmazlıklar), Saray-AKP’nin ‘eski devlet’ten kopmamasını sağlamaya dönük siyasal yaklaşımın nefesi tükenmiştir, sonu sıfırdır! CHP, ‘eski’nin sınırları içinde tutamamıştır AKP iktidarını. Tutamazdı da. Kendisini hukukla sınırlamayan, fiili durumlarla ilerleyen, Meclis’i askıya alan, nihayetinde ‘yeni rejim’ inşa etmeye koşullu bir süreci, artık tedavülden çıkmış araçlarla akamete uğratmak zaten mümkün değildi.
Düzen içi muhalefet açısından da yeni mecraları zorunlu kılan bir süreçti bu. Başta bahsettiğimiz ‘gözlemci’ eğilimin anlayamadığı da bu olsa gerek. ‘Yeni rejim’ inşası, ‘eski’yi koruma kaygısındaki CHP merkezini ‘eskisi’ gibi davranamayacak bir noktaya getirmiştir. Kuşkusuz ki onu motive eden temel saikler farklıdır. Onun sınırları bellidir. Ama bunlar, CHP’nin adalet yürüyüşüyle ön ayak olduğu kitlesel yansımaların, siyasal mobilizasyonun önemini, değerini azaltmaz.
***
Ülkenin köklü ve yapısal demokrasi ve adalet sorununun bir yürüyüşle çözülmeyeceği bilinir elbete. Ama daha başından kazandırdıkları vardır: Meclis’in ötesinde siyaset yapma mecrasının (devrimcilerin, Kürt siyasetinin dışında) CHP tarafından da gözlere sokuluyor oluşu mesela...
Yine, “Türk tipi Başkanlık”ın artık kadükleştirilmiş sistem mevzilerinden geçse de öyle kolay kolay feraha ermeyeceğini, kendi ‘hoyratlığı’ ölçüsünde ‘düzen içi’ muhalefeti de radikalleştireceğini görmüş oluyoruz. Adalet şiarı boşuna değil. CHP’nin “bir diktatörlükle karşı karşıyayız” söylemleri öylesine edilmiyor. Bir derinliği ve keskinliği yansıtıyor. Bıçak derinlere indikçe çığlık keskinleşiyor! CHP nereye kadar gidebilir ki? sorusuyla oyalanmaktan daha anlamlıdır bu. Asıl önemli olan, “diktatörlüğe” işaret ederek mücadele öneren bir partinin ‘eskisi’ gibi davranmakta zorlanacağıdır. Sadece oy veren CHP’li ile yürüyen CHP’li arasında siyasal algı, kavrayış ve deneyim açısından önemli farklar olacağı ise bir başka boyuttur.
Bu kadar değil elbette; Adalet yürüyüşünü okumaya, anlamaya ve elbette ondan öğrenmeye devam edeceğiz...
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53