21 Mayıs 2017 01:00

2019'a saklayarak yüzde 49'u koruyamazsınız!

2019'a saklayarak yüzde 49'u koruyamazsınız!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

16 Nisan “fiili olanın hukukileştirilmesi” amaçlı bir aşamaydı ‘tek adam iktidarı’ yolunda. Bu, ‘normalleşme’ demek değil ama. Olsa olsa OHAL’in olağanlaşması, kurumsallaşması... ‘Partili cumhurbaşkanı’, (HSK ile) ‘partizan yargı’ bu kurumsallaşmanın ilk elden unsurları... 

Diğer taraftan da yüzde 49’un anlamlandırılması ve burdan hareketle yeni siyasal eğilimler üretme çabaları... Ne yapıp edip yüzde 49’u yanyana tutmak, onun parçalı oluşunu, heterojenliğini hesaba katarak ‘49 içi’ tartışma ve eleştirileri askıya almak mesela! Örneğin (gençliğinin bile tepki gösterdiği) CHP’nin referandum sonrası tutumunu ve bu bağlamdaki iç  gelişmeleri (iktidarın işine gelir diye) tartışmamak, görmezden gelmek... Ya da MHP’li ‘Hayır’cıları ürkütmemek için Kürt sorununu tartışmaktan imtina etmek... Yine mesela ‘Hayır’cı Saadet’i hoş tutmak için laiklik tartışmasını ötelemek, vs... Referandum sürecindeki özgün durumu sonrasında da (2019’a kadar!) devam ettirmeyi öneren bu eğilimin ‘politik incelik’ adına tamamen apolitik, nafile bir mecrada olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.   

Bir de tersi var tabi. Zaten homojen olmadığı gerçeğinden hareketle, yüzde 49’u olmuş bitmiş öylesine bir sonuç olarak gören, gündeme girip çıkmış tamamen konjonktürel bir ‘efekt’ olarak değerlendirenler var. Yüzde 49’un gelecek açısından bir anlamının olmadığını, sonrasına bir şey bırakmadığını söyleyen bu bilindik doğmatizmle hayat daha kolay geçiyor olsa gerek! 

***

Sorulan soru şudur: Yüzde 49’u ne yapmalı?! Büyütmeli ama nasıl? Korumaya, saklamaya çalışmak kaybetmektir, büyümeyen küçülür çünkü. Kaldı ki ‘stabil’ bir durumdan da bahsetmiyoruz . Ne Evet, ne Hayır oranları stabildir. Siyasal mücadelenin bu saflaşmaları değiştirmeyeceği ön kabulü de tamamen apolitiktir. İşte 2019 merkezli-‘saklamayı’ esas alan yaklaşımlar böylesi apolitik bir statiklikten motivasyon bulmaktadır! Oysa hiç bir şey yerinde durmuyor. Hele bugünün Türkiye’sinde iktidar ilişkileri söz konusu ise bu çok daha böyle. Türkiye siyaseti, artık ‘seçimleri bekle’ şeklindeki klasik denklemin parantezine sıkışmayacak bir alt üst oluş içindedir. 

Siyaseti 2019 seçimlerine saklamak siyasetsizliğe mahküm kalmaktır. Böylesi bir siyasetsizliğin kazanabileceği bir seçim de yoktur ayrıca. Hele sayılmayan 7 haziran seçimleri ve YSK tescilli referandum vak’ası örnekleri de bu kadar tazeyken, şimdiden 2019 seçimlerine kilitlenmek, en iyimser tabirle, saftriklik oluyor. Öyle bir süreç ki bu, OHAL’ci rejim kurumsallaştıkça 2019’da umut bağlanılacak bir seçim bile göremeyebiliriz. Olağan siyaset mecralarını, olağan siyasal süreçleri reddeden bu olağanüstü kurumsallaşma, seçim meçim yok, aslolan refah ve istikrar ve huzurdur deyip geçebilir de! TÜSİAD’ın ‘OHAL artık uzatılmasın’ önerisine verilen yanıt tam da bunu söylemiyor mu: “Kusura bakmayın, her şey huzura kavuşmadan OHAL’i kaldıramayız. OHAL’i ülkemizde her şey sağlıklı bir şekilde yürüsün diye devam ettiriyoruz!” 

OHAL’in tamamen kurumsallaştırılmadan kaldırılmayacağında ısrarlı olan Erdoğan’ın zaman geçirmeden partisinin başına geçmesi de sadece biçimsel bir anlam içermiyor. O daha sert mücadeleler için AKP’yi bile yeterince güvenli bulmuyor ve boş bırakmak istemiyor. 

Başını CHP merkezinin çektiği, kararnamelerle tamamen devre dışı bırakılmış parlamento ve diplomasi merkezli muhalefet tarzı, iktidarın adeta mecbur olduğu bu olağanüstü değişkenliği hesaba katmıyor. Hâlâ olağan bir siyasal süreç varmış gibi yapıyor. CHP’deki iki eğilim de (CHP merkezi ve Baykal) böylesi bir ön kabulle ve 2019 merkezli kurgularla hareket ediyor. Sonu hüsrandır, hayal kırıklığıdır.

***

Evet, en az yüzde 49’un işaret ettiği zemin, tek adam rejimine rıza göstermemektir. Rejimi oldukça rahatsız eden bu sonuç, çok önemli bir siyaset zeminidir. Farklı sosyolojik, siyasal çevreler arasında kendiliğinden de olsa etkileşimler, geçişkenlikler yaratabilecek bir zemin olduğu için ayrıca önemlidir. Ama buradan hareketle sözkonusu zemini sadece ‘Hayır’ diyenlerle sınırlı bir yaklaşıma denklemek, bu zemini kaybetmek anlamına gelecektir. Mesele, tek adam rejimine karşı olma halkasını büyütmek, genişletmektir. Nasıl? Bir sosyalistin aklına gelmesi gereken ilk yanıt, bu zeminin sınıfsal rezervlerini, sınıfsal boyutunu güçlendirmektir. Sınıf mücadelesi denilen şey bu imkânı yeterince barındırmaktadır zaten. Mesela kıdem tazminatı gündemi, kamu emekçilerinin sosyal güvenceleri, yaklaşan  metal TİS’leri...

Peki bu mücadele için ‘Hayır’ı unutmak gerekir mi? Kesinlikle hayır! Tam da böyle büyütülebilir ancak. Tek adam rejiminin kurumsallaşma sürecinde dayatılan ekonomik-siyasal dayatmalara karşı mücadele, o rejime karşı muhalefet zemininin yani ‘Hayır’ın güçlendirilmesi anlamına gelecektir zaten. Talepler için mücadeleyle Hayır’ın sunduğu muhalefet zeminini karşı karşıya koymak gerekmiyor yani. “Hayır’ını al da gel” ne kadar isabetsizse, “Hayır’ını bırak da gel” de o kadar ıskalayıcıdır. 

Bitirirken bir soru:

Sahi tüm kanatlarıyla 2019’a kilitlenmiş CHP, epeydir tartışılan kıdem tazminatının ortadan kaldırılması konusunda ne öneriyor, bileniniz var mı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa