23 Nisan 2017 00:55

O gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemeyecektin!

O gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemeyecektin!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklersen diğerleri de yanlış gider ya; ‘Türk Tipi Başkanlık’ süreci de nasıl başladıysa öyle devam ediyor. Yok sayılan 7 Haziran seçimlerinden bu yana aynı hareket tarzı, aynı yöntemler... Anayasa değişikliklerinin Meclis komisyonundan sille tokat geçirilişi, genel kurulda “sana ne lan”cı açık oylamalar vs... Referandum aşamasında harekete geçirilen devlet gücü, dört bir taraftan boca edilen büyük eşitsizlikler ve nihayet oylama sürerken devreye sokulan YSK kararıyla tescil edilen hukuksuzluk... Başından itibaren yürütülen ve biribirine iliklenen aleni hukuksuzluk spotları, inşa edilen bir başka “hukuk” müktesebatının köşetaşları oluyor aslında. ‘Başkanlık hukuku’ böyle bir pratiğin üzerinde şekillendiriliyor. Yöntem açık; mevcudiyetinde iktidar olduğun mevcut hukuka uymayarak fiili alan açacak ve bu alanı kendi ‘hukukunla’ dolduracaksın!

 ‘Tarafsız’ devletin ‘tarafsız’ Cumhurbaşkanının seçim kampanyalarında ‘baş taraf’ olmasına cevaz veren ‘Başkanlık hukuku’nun YSK’yi teğet geçmesi mümkün olabilir miydi hiç! Mevcut hukuku çiğneme sırası ona gelmişti ve o da bir ‘hukuk’ kurumu olarak bu ‘görevini’ yerine getirdi. YSK’nin de artık “bağımsız ve tarafsız” bir yargı-hukuk kurumu olmaktan önce, bir ‘Başkanlık birimi’ haline geldiğini söylemek abartı olmasa gerek. AKP’nin YSK temsilcisi Recep Özel’in söyledikleri YSK’deki bu ‘hal değiştirme hali’nin itirafı zaten. Mühürsüz oy pusulalarının geçersizliğine işaret eden  açık hükme dair şunları söylüyor: “Kanunlar bazen hukuka uymayabilir. YSK hukukun gereğini yerine getirmiştir. Merak etmeyin önümüzdeki süreçte zaten seçim kanunları tamamen değişece!

Aynı hareket tarzı yani... Seçimin yürürlükteki yasaya göre yapılmasından sorumlu hukuk kurumu, yasa hükmünün hukuka uymadığını tespit ederek ‘boş alan’ yaratıyor, açılan bu boşluğun nasıl “abidik gubidik” şaibelerle doldurulduğu ise malûm. Merak etmemize gerek yokmuş, seçim kanunları tamamen değişecekmiş! Ondan şüphemiz varmış gibi. Bugün tartışılan, gelecekteki değişiklikler değil oysa, mevcut olanı ‘yasa dışı’ olarak geçersizleştirmeniz, boşluğu iktidarın fiili alanı haline getirmeniz... 

‘Başkanlık pratiği’ böyle bir şey işte; bulaştığı, değdiği her şey gibi, YSK’yi de seçimi de kuralsızlaştırıp  zincirinin halkası yaptı. Kuralsızlık ise ‘keyfi’ idarenin kurumsallaştırılması anlamına geliyor. Tek adam rejiminin hukuku bu kurumsallaşmanın üzerinden yükseliyor. Çok konuşuldu ama, “Atı alan Üsküdarı geçti” sözü bu ‘hukukun’ en isabetli şifresi oluyor aslında. Kazanıldığı söylenen ve aslında olağan yöntemlerle yönetememe krizini daha da katlayarak geleceğe devreden bu “Pirus zaferi”nin hukuksallığı, ancak bu sözün içerdiği “herşey mübah” kriteri açısından bir anlam taşır. 

Ama diyebilirler ki bırakın hukuku, siyasal bir hedefe doğru ilerliyoruz işte, önemli olan budur! Doğrudur ama ilerlerken yolda döktüklerin, kaybettiklerin ve bir daha asla kazanamayacakların var. Memleketin en az yarısını rıza ile iknâ etme yeteneğini kaybetmişliğin var. Evet, bu referandumun en çarpıcı sonucu budur belki de. İnsanların ‘rızasını almak’ önemli bir karakterdir çünkü. Hileyle ‘Hayır’ tonajından çalmak, bu karakteri yitirmişliği daha bir pekiştirmiştir şimdi. Hem sadece “ateist, terörist, vatan haini, Avrupacı, din düşmanı,vs...” diye sürekli ayar verilen kesimler açısından değil. Ki sadece onlar olsaydı kolaydı. Artık cinin şişeden çıkıp bulaştığı başka kesimler de var ve ‘milliyetçi-muhafazakâr, ehli din’ sayılanların da küçümsenmeyecek bir bölümünü iknâ etmeleri öyle kolay olmayacak gibi. Düşünsenize, ‘Ulema’dan Kadir Mısırlıoğlu adında mübarek zatın “Hayır demek tam tamına yaklaşık 8.4 milyon yıl cehennemde yanmaya neden olur” uyarısının bile pek para etmediği bir ‘cin çarpmışlık’ hali var ortada! 

Ezberlenmiş yöntemlerin, ayrıştırmanın, kutuplaştırmanın, vb. eskisi kadar sonuç alıcı olamayacağını öngörmek mümkün. Her siyasal etap yek diğerinden büsbütün yalıtık değil çünkü. Birbirinden devralır, biriktirir, devreder... Referandum sürecinde bütün o ayrıştırmacı yöntemlerin hepsi kullanıldı ve sonuç ortada. Bu ‘hayır’ın geleceğe devredeceği bir birikimin olmayacağı düşünülemez herhalde. 

İşte hukuksuz bir şekilde hedefe yürürken alınmakta olan mesafe ile kaybedilmiş ‘siyasal olanak ve değerler’ arasındaki makas, çarpıtılmış bir okumayla örtülmeye, gizlenmeye çalışılıyor: “5-0 ile 1-0 arasında fark yokmuş, maç kazanılmış ya...” Seçimden bir gün önce İstanbul’un ilçelerinde yapılan son konuşmalarda, “yüzde 55 tamam, yüzde 60’ı bulmak zorundayız” diyerek en azından 1-0’ın iyi olmayacağını çağrıştırmak niyeydi peki?!

Ya da bütün o alt üst oluşa ve yoğun şaibelere karşın ortalama yüzde 70 ‘Hayır’ tutturmuş Kürt seçmenindeki yüzde 10’luk dalgalanmayı “ülkemizde yeni bir dönemin başladığının müjdesi”  şeklinde abartmanın görüntüyü kurtarmak dışında nasıl bir iknâ ediciliği olabilir ki? Kayıtlar orda duruyor işte, yarısına yakını haritadan silinmiş Şırnak’ta, dümdüz edilip arsaya çevrilmiş bir mahallede yaptığı mitingde ne diyordu Başbakan:

Hadi Şırnaklılar, yüzde 80 ‘evet’te anlaşalım, birazı da onlara kalsın”! 

N’oldu şimdi o yüzde 80’e? Türkçe bilmedikleri için Şırnaklılar Başbakanı yanlış mı anladılar yoksa?!

Bütün bunlar, bu gerçekle didişmeler, baştan söylediğimiz o gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemekten işte... Oğuz Atay’ın güzel sözleriyle: 

Gömleğin tüm düğmelerini yanlış iliklemek gibidir, bazı insanları sevmek. En başından beri yanlış yaptığını, sonuna gelmeden anlayamıyorsun…

Sonuna gelmeden anlayalım diyoruz!

Alametler birikiyor...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...