09 Nisan 2017 02:00

Tomahawklara da 'tek adam' rejimine de hayır!

Tomahawklara da 'tek adam' rejimine de hayır!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

IŞİD dışındaki bilumum cihatçının sıkışıp kaldığı İdlip’te kimyasallardan insanlar ölüyor. İddialar muhtelif: Suriye ordusu kimyasal silah mı kullandı? Yapılan saldırıda cihatçıların kimyasal stokları mı patladı yoksa? Daha öncesinden örneğini gördüğümüz türden bir mizansen olabilir mi peki? vb... Tarafsız bir heyetin yerinde araştırması sonucu bu sorulara kolayca yanıtlar bulmak mümkündü. Ama bu yapılmıyor. En basit araştırma prosedürü bile izlenmeden ‘suçlu’ bulunuyor ve füzelerle ceza kesiliyor! 

Olup bitenin ‘suç ve ceza’ çerçevesinde gerçekleşen olağan bir ‘akış’ olmadığı çok açık. Bu ölçüde bir uluslararası meşruiyet düzeyi yakalamış Esad yönetimi zaten savaşı kaybetmiş cihadçılara neden böylesi bir mağduriyet olanağı bahşetmiş olsun? ABD’nin Esadsız bir çözümün olamayacağını ilanından hemen sonra üstelik, kimyasal silah kullanmanın askeri ve politik olarak hiç bir yarar sağlamayacağı bilinmez mi? Hadi Esad gözü kararttı diyelim, Rusya nasıl böyle bir şeye izin verebilir? Ayrıca, Suriye’de daha önce de gündeme gelmiş ‘kimyasal’ vakalara yönelik araştırmalar sorumlu olarak ‘muhalifleri’ işaret etmişti ve Rusya aracılığıyla rejimin elindeki kimyasal silahlar imha edilmişti. 

Özetle, alabildiğince hızlı şekilde ‘gereği düşünülmüş’ bir peşin hüküm var ortada. 

Neden peki?

Amerikan iç siyasetine dair boyutları bir tarafa bırakalım. ‘Sahadaki’ ayrıntıları da kapsayan bir genelleme yaparsak; IŞİD sonrası Suriye denkleminin nasıl şekilleneceği meselesinin ayak sesleri gelmeye başlıyor diyebiliriz. Daha çok güneye, Rakka’ya yoğunlaşmış ABD’nin, diğer taraflarda belirleyici bir hegemonya kurmaya başlayan Rusya’ya yönelik “bir gece ansızın gelebilirim” mealinde bir hatırlatma sayılabilir. 

Ama bu saldırıdan sonra, “ipler koptu, ABD-Rusya savaşı başladı, diyaloğları olmaz artık...” demek için de erken henüz. Böyle düşünmek için, emperyalist-stratejik aktörler arası savaş ve diplomasi dengelerinin nasıl yürüdüğünden bihaber olmak gerekir herhalde. Daha çok su kaldırır bu hamur derler ya, Suriye sahasındaki ABD-Rusya denkleminin hemen savaşa tutuşmak dışında, daha girift başka güç ilişkilerinden de geçerek şekilleneceği unutulmamalı. Söylenebilecek en son sözü en başta söylemek ancak ‘çaylak’ heveslilerin işidir çünkü. Onlar koca akbabalar, neyi ne zaman yapacaklarını, nereyi nasıl paylaşacaklarını, politikalarını hangi aşamada savaş yoluyla ifade edeceklerini iyi bilirler. “Hadi savaşın da biz de yanınızda saf tutup kendi hesabımıza bakalım” türünden körükçü yanaşmacıların aklının almayacağı hesaplarla hareket ederler. Safa çekerler ama ne zaman, nasıl yönlendireceklerini kendileri belirler. Ve hep geçerli bir kuraldır; yanlarında saf tutmanın da bir bedeli vardır, onlara da bedel ödetirler!

İki emperyalist güç arasındaki hegemonya mücadelesini yansıtan büyük fotoğrafa, kendi çaplarıyla ters orantılı büyük laflar ve küçücük hesaplarıyla, dahil olmak isteyenlerin hali gerçekten de tam bir siyasal sefalet. Ergen iştahlı abur cuburlukla oradan oraya savrulup duran, iflas etmiş bir stratejiye, ABD-Rusya arasındaki gerilimden hareketle, suni teneffüs ettirmeye çalışmak, nafile bir çaba. 

‘Darbeci ABD-Batı’ mırıldanmaları, Şanghay santajları, Avrasya sayıklamaları, Rusya’nın yeniden keşfi, Cerablus’tan el Bab’a izinli yolculuk, Astana işleri, yeniden dillendirilmeye başlanan ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü esastır’ söylemi, “Kürt koridoruna karşı gerekirse Esad’la bile görüşülmeli” egzersizleri, el Bap’ta kapanan kapılar, biten Minbiç hayalleri, Afrin’de Rusya üssü, “başarıyla biten” Fırat Kalkanı, Rusya’ya teessüfler, ABD’den Rakka beklentileri, yeniden boşa düşüş ve ABD’ye teessüfler... 

Yine o derin boşluk ve tam bu esnada ABD’nin füze saldırısıyla yeniden kamçılanan duygular...

İçerde yapılan “Haçlı saldırısı altındayız” ajitasyonuyla müthiş bir “uyum” içinde, “Haçlı”ya yol göstermeler: “59 Tomahawk yetmez, tamamına erdirelim, hadi devirelim şu Esed’i”! 

“Duble” yollarıyla ünlü bu iktidarın böylesi bol virajlı dış politikası şaşırtıcı değil artık. Edilen onca sözden sonra  duyulan bu Tomahawk severliğin de ABD’ci fabrika ayarlarına geri dönme sabırsızlığını yansıttığı açık. Ama yine de tıkanmış bir yolculuğu bir de böyle sürdürmeye çalışmak pek mümkün görünmüyor.  Gökten üç değil yüz elma düşse de senin payına bir şey düşmüyor bu hikâyede. 

Bu kadar sevinmenin ne alemi var? “Başımıza ne geldiyse Suriye politikasından geldi” denilmemiş miydi zaten? Geleceği olmayan bu gerilim ve savaş politikasının başımıza daha ne getirmesi bekleniyor ki? 

Tıpkı içerde kilitlenmiş ‘tek adam’ yürüyüşü gibi...

Vaat edilen cenneti beklemeye ne hacet, bugünden görmüyor muyuz zaten. Misal mi? Kendi başbakanlığının gereksizliğine dair diyar diyar oy isteyen Başbakan’ın, bütün seçilmişleri görevden alınıp tutuklanmış Yüksekovalılara söyledikleri yeterince açıklayıcıdır:  “Vaktiyle ‘Biz Türkiye partisi olduk’ diyerek gelip sizden oy isteyen HDP’liler, bugün gelebiliyor mu yanınıza? Gelemezler.”! 

Memleket sorunlarını hapishanelerle çözmeye çalışan bir yaklaşımın kendisi sorundur oysa.

Ne demeli?

Tomahawklara da ‘tek adam’ rejimine de Hayır!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...