31 Mart 2017 00:54

“Başyücelik devleti”

“Başyücelik devleti”

Fotoğraf: Envato

Paylaş

‘Eleştirel Pedagoji’ 9 yıldır yayın hayatında eğitimle ilgili önemli bir dergicilik yapıyor. Nisan sayısı (50. sayı) “İhraç Edilen Bilim ve Bilim İnsanları” konusunu taşıyor. Bugünkü köşeyi, kendisi de ihraç edilmiş olan Canani Kaygusuz’un “Anadolu’da ‘Şark Despotizmi’ Yeniden Tedavüle Sokulurken” başlıklı yazısından bir kısma ayıracağım. (yazının bütünü ve dergideki diğer değerlendirmeler yaşananları anlamamız için çok önemli, burada köşenin çapı kadar bir kısma yer vereceğim)

“Birçok faktörle birlikte tek adamlığa giden yolun teorisi ağırlıklı olarak Necip Fazıl’ın “Başyücelik Devleti” kavramından türetilmektedir.

Burada kısa bir parantez açarak aktaralım: Fazıl, baş eseri olarak kabul ettiği İdeolocya Örgüsü adlı kitapta devlet yönetiminin seçimsiz olmasından yana değildir. Beş yıllığına seçilen organların üstünde yer alan, demokrasinin beceremediğini becerebileceğine inanılan “Yüceler Devleti” bir “İslam Üyopyası” tasavvurdur. Bu tasavvur, “Yüceler Kurultayı” adı verilen bir meclisten ve bir “Başyüce”den oluşur. Başyüce bütün erdemlerin cisimlendiği şahıs olarak tasarlanır. Bu şahıs her tutumuyla ve hareketiyle “ben milletimin görünürde en ahlaklı, en akıllı, en bilgili ferdiyim” der.

Yüceler Kurultayı içinde olmayan kişiler içinde ve Başyüce tarafından oluşturulan hükümet tüm işleri Başyüce adına yapar. Başyüce’nin bir emriyle hükümet değişir. Yargı onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır. Ordunun da başı olan Başyüce, Yüceler Kurultayı tarafından tekrar tekrar Başyüceliğe seçilebilir. Yüceler Kurultayı Başyüce’yi olağanüstü kötü şartlar oluşursa görevden alabilir ama bunun için yüzde yetmiş beşlik bir çoğunluk gerekir.

1968 yılında yazılan kitap, 2016 da gerçeklik kazanıyor. Bu gerçeklik sancılı bir doğum gerektiriyor; çünkü 200 yıllık “Anadolu Modernleşmesi”, aslında “başyücelik” ve “dünya hakanlığı” köklerinden gelen bir geleneğin üstüne kurulmuştur ve o geleneğin birçok nüvesini zaten modernleşme dönemi boyunca da içinde barındırmaktadır. Modernleşme dönemi bütün sancılarına rağmen aslında zaman zaman yetkileri dağıtılmış zaman zaman ek elde toplanmış “başyücelik” ile idare edilmiştir. Örneğin ordunun baş yücesi genelkurmay başkanı, üniversitenin baş yücesi YÖK başkanı, ailenin baş yücesi baba, okulların baş yücesi müdürler vs... Tüm bu kurumlanıl disipliner anlayış üzerine şekillendiği ve tepeden aşağı itaat zincirleriyle birbirine bağlandığı bilinmektedir. N. Fazıl’ın tasavvurunun ete kemiğe bürünme hali olarak okunabilecek bugünkü duruma güçlü biçimde karşı koyamamanın arkasında aslında gizliden gizliye süren “başyücelik makamlarından” bu ülke insanının çektiği acılar ve müthiş güvensizlik/sıkışmışlık vardır ve ne yazık ki bu sıkışıklık demokratik değerleri daha fazla kurumsallaştırarak aşılma yoluna gidilmemektedir. Daha demokratik bir devletin inşası için güçlü bir sol söyleme, ezilenden yana açık tavra ihtiyaç vardır ve sol muhalefet tarihi boyunca bu topraklarda, herkesi kucaklayacak bir dil oluşturma huşunda hep cılız kalmıştır. Modernleşme sürecinde, sürekli biçimde bu “çoklu başyüce devletinde” saldırılara maruz kalmış ve sürekli budanmıştır. Bugün bile durum bundan farklı değildir. Örneğin “kendi başyücelik alanını” terke zorlanan, azcık itirazda artık hangi komplolarla karşı karşıya kalacağını bilmediğinden sürekli daha fazla itaat ederse daha az riskli hayatları olacağını düşünen askeri, adli, parlamenter, medya vs... kuvvetler, sol muhalefetle dayanışmak ve daha demokratik bir ortamı örmek yerine, “kendi başyüceliklerinden” gönüllü olarak vazgeçmekte, “En başyüceye” tüm yetkilerin verilmesini herkesin hayrına diye yorumlayabilmektedirler.

Elbette bu süreç, burada ifade edildiği gibi yalın basit ve bir gece görülen istiare rüyasına dayalı olarak yaşanmıyor. Sürecin tarihi arka planı çok karışık. Bugün kendi “başyücelik makamlarından” edilenlerin daha güçlü bir demokrasi için ittifak edecekleri kesimlerle geçmişten beri sürdürdükleri kavgalar, onların insan olarak buluşmasını engellemektedir. Onlarca yıllık zaman diliminde Devlet için tehdit olarak algıladıkları ve açık ya da gizli mücadele yürüttüğü kesimlerle bugün kalkıp işbirliğine ve daha demokratik bir ülke özlemine birlikte tutunacakları bilinç de, yürek de ne yazık ki bu kesimlerde yoktur ya da çok cılızdır. (…) toplumu umutsuz bırakılmış; şimdi umudun baş yücelik devletinde olduğuna toplumu ikna etmek üzeredir. Bu durum aslında Şark despotizminin hortlatılması dışında bir şey değildir.”

Köşe bu kadar. Kaygusuz “Şark Despotizmi” çerçevesinde tarihsel bağları içinde güncele değiniyor, yazının bütününün okunması yerinde olacaktır. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...