11 Mart 2017 23:02

'Evet'in iki aklı!

'Evet'in iki aklı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Referandum sürecinin en ilginç, en özgün pozisyonlarından biri, kuşkusuz ki Başbakan Yıldırım’a ait. Konuşulmayacak gibi değil gerçekten de. Öyle ki, “Ben Başbakan’dan memnunum, o yüzden de ‘Hayır’ diyeceğim!” türünden ironilere konu olabiliyor. Başbakan ise başbakanlığın gereksizliğine dair vatandaşa ‘evet’dedirtmeye kararlı. Ne ölçüde başarılı olacak, göreceğiz. ‘Evet’e ikna konusunda başarılı olmadığını söylemek şimdiden mümkün yine de. Ama ettiği sözleri, kullandığı argümanları duydukça, hani derler ya, getirip zorla cebime koysalar da başbakanlık yapmam arkadaş, diyesi geliyor insanın! “Başbakanlığı kaldıralım ki abidik gubidikler Başbakan olmasın” deyişi mesela, unutulacak gibi değil, tarihe geçti çoktan.

Her gün yenileri sonra: “Efendim tek adam gelecekmiş. Kardeşim iki tane adam olur mu tabii ki tek adam olacak...”

Bir diğeri, “Evlenirken ne diyorsunuz, hadi yemeğe gidelim, hadi gezmeye gidelim deyince ne diyorsunuz? Güzel işler hep ‘evet’le başlar...”

Bu sözlerin nasıl bir ikna ediciliği olabilir, bilemeyiz. Ama böylesi bir mantık güzergâhında, biri kalkıp da “sizin başbakanlığınız da güzel iş değil miydi, ‘evet’le başlamamış mıydı efendim, neden şimdi vazgeçiyorsunuz?” diye sorsa, ne yanıt verilebilir ki? Kötü işler de ‘evet’le başlayabiliyormuş demek dışında!

Neyse, ortaya çıkan şu ki, sürdürdüğü kampanya ‘evet’e pek bir şey katmıyorsa da, hangi koşullarda başbakan olunmaması gerektiği konusunda epeyce ikna edici sayın Başbakan! Bu da az şey olmasa gerek! Kaldı ki kendisi öyle “yüksek siyasetten” pek hoşlaşmaz, “iş ve hizmet” pratiğiyle, ‘pratik aklı’yla anılır.

İktidar cenahının ‘pratik aklı’ böyle yani.

Peki ‘stratejik akıl’?

***

Malum, önceki başbakan epey ‘stratejik’ ve ‘derin’di! ‘Stratejik derinlik’ ondan sorulurdu ama seçim kazandıktan beş ay sonra evine gönderilebilmişti.

Ayrıntıya girmeyelim, konjonktüre güvenip teorisini yaptığı Ortadoğu’da “Yeni Osmanlıcı” yürüyüşünün daha ilk adımlarında tökezlenince, fatura ilk ona kesilmişti. ‘Stratejik derinlik’ Suriye sahasında oldukça yüzeysel bir, ‘stratejik bela’ya dönüşmüştü. Ama olsun, içerde kullanmak için hayali de yeterdi.

Referandumda iktidarın ‘stratejik’ aklının kullandığı ana argümanlardan biri yine bu hayal işte! Konjonktür bizi çağırıyor diye düğün dernek başlatılmış ‘kutlu yürüyüşümüz’ şimdi “yedi düvel” ve içerdeki işbirlikçilerince engellenmek isteniyor diyorlar. Referandum da bu “şer ittifakının” son atlama tahtasıymış!

Yeni Şafak Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül de iktidarın bu ‘stratejik’ aklının sözcülerinden. “Gerekirse Şam’la masaya oturulur”(*) başlıklı yazısı, çökmüş bir stratejinin hayalinden mağduriyet devşirerek ‘iç tüketime’ sunmak ve referanduma dayanak üretmek üzerine... “Türkiye’ye karşı bir ‘referandum cephesi’ kuruldu.” diyor, “Berlin’den Kuzey Suriye’ye uzanan kuşatma harekatı”na dikkat buyuruyor ve ‘Evet’e karşı “küresel ölçekte bir karşı kampanya” yapıldığını belirtiyor. “16 Nisan bizim için de, onlar için de büyük bir hesaplaşmadır. “ diye devam eden Karagül, “yeni Türkiye’ye topyekun saldırı”nın geleceği Kürt koridoruna özel vurgu yapıyor ve “gerekirse Şam ile masaya oturulmalı, söz konuşu kuşak emniyete alınmalı” diyor.

Her bir cümlesi karşı bir bagaj yüklü bu yazıyı ayrıntılı yanıtlamak mümkün değil burada ama ibretliktir. Toplamı, artık kanıksadığımız klasik AKP siyasetidir: Kuşatılmış durumdayız, referandumda ve Bab’ta, Minbiç’te istiklal savaşı veriyoruz! Sonuç? Referandumda ‘evet’ deyin ve kızmayın ama “gerekirse” Suriye’yle masaya oturabiliriz!  

Buradaki “gerekirse”nin çok gereksiz olduğunu ama kızaran yüzleri saklamak için böyle şeylere bazen ihtiyaç duyulabildiğini not edip geçelim. Hadi gerekti de siz ‘yeni Türkiye’ olarak Şam’la masaya oturdunuz (ki epeydir bunun egzersizleri yapılmakta), peki Şam o eski Şam olarak mı kaldı, Suriye eski Suriye mi? Sular seller akmadı mı o köprülerin altından?..

Bunca kuşatılmışlığın, kendi gerçekliğini unutup ‘daldığı’ hayallerin kefareti olduğunu bilen ama bilmezlikten gelen bir ‘akıl’ bu. Başkalarının vizesiyle çıkılan yolculuklarda, el Bab’a kadar inmek nasıl mümkün oluyorsa, Minbiç kapısında fren yapmanız da o kadar doğal olmalı!

Yama tutmaz bir açmaz var ortada ve “bu milletin tarih yürüyüşü olağanüstü bir güce ulaşmıştır, durdurulması artık mümkün değildir” hamaseti de yetmez yamamaya. Sahi, “Şam’da Emevi camiinde cuma” rüyasıyla başlamamış mıydı o “yürüyüş”?

N’oldu şimdi; ‘Kürt anasını görmesin’ dışında bir sözünüz mü kaldı Şam’a?

“Sen bana bakma, bi el at da şu durdurulamaz yürüyüşüme devam edeyim” mi denilecek yoksa “eyyy Esed”in Şam’ına?!

Bir de, o “yürüyüş” ‘Başkanlık’sız başlamamış mıydı?

Şimdi niye olmazsa olmaz ihtiyaç peki?

Velhâsıl, ‘stratejik akıl’ da kriz içinde, kısır, üretemiyor, kendisini tüketiyor.

‘Pratik akıl’ daha eğlenceli hiç değilse...


(*) http://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimkaragul/16-nisan-cephesi-bir-hazirlik-mi-var-gerekirse-samla-masaya-oturulur-2036654

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa