Kalp pilli ve kalp dilli bir derviş!
Fotoğraf: Envato
Strateji ve taktik bağlamında ‘CHP muhalefeti’ne dair yazmaya devam edecektik, olmadı. Malûm, Ahmet Türk’ü tutukladılar. Nasıl barış ile sorunu olanların “ilgisiz” kalmadıkları bir figürse, barış diye bir sorunu olanların da ilgisiz kalamayacakları bir isimdir. Politika konuşmanın ötesinde, onun üzerine hiç değilse iki kelam etmek gibi bir vicdani borcumuz hasıl olmuştur. Ahmet Türk, bu ülkedeki barış mücadelesinin başat sembollerinden biridir çünkü. Gazetemizin onun gözaltına alınmasını duyurduğu manşetindeki gibi, ‘35 yıldır değişmeyen (o) fotoğraf’ta, hep sıkıntı ve çileyle karşılık bulmuş ama hep de yücelmiş bir sembol...
...
Acılı ve zahmetli bu barış yürüyüşünde nelerle karşılaşılacağını, ne belalar yaşanacağını en iyi Ahmet Türk bilirdi elbet. Bunları bilmeden yürünebilir mi zaten o yolda? Daha ilk metrelerde soluksuz kalıp sağa sola dökülen çer çöpe bakalım, bir de Türk’ün 35 yıldır süren maratonuna... Nedir sırrı acaba?
Barış dervişliğinin paha biçilmez güzelliğinin ortasında yer almak... 74 yaşında tutuklanmakla da tescil edilebiliyor bu ‘paye’ işte. 12 Eylül darbesinde de, 9o’larda da, şimdi de... Tescillenen bir barışçılıktır, tereddütsüz, sessiz, sitemsiz... Her daim nezâket ve sükûnetle... Ona dair yazarken bile haklı öfkemizi dizginleme kaygısının gelip elimizi kolumuzu frenlemesi de bundan olsa gerek. “Geçmişin esiri kalırsak barışı kuramayız, eğer güzel bir gelecek istiyorsak, acıların olgunlaştırıcı etkisinden yararlanmak gerekir” diyebilen birinden bahsediyoruz sonuçta.
Acılardan olgunluk demlemek diyebileceğimiz şeyi, Ahmet Türk’ün herhangi bir fotoğrafına bakın, görürsünüz. Yüzündeki çizgilere, gözlerindeki hüzünlü ışığa... Diyarbakır zindanından, gözaltında kayıplardan, yargısız infazlardan, ölümlü dağlardan, viran edilmiş kentlerden, cenaze evlerinden süzülmüş acılar toplamından “geçmişin esiri olmamak” gibi bir ders çıkarabilmek, ancak böylesi bir olgunlukla mümkündür herhalde.
...
Diyarbakır zindanından yadigâr kalp piliyle yaşamak zorundaydı Ahmet Türk. O ünlü işkencelerden ‘armağan’ sadece o kalp pili değildi oysa. Artık kalp diliyle konuşan, hayatı kalp diliyle okuyan bir barış siyasetçisinin hamuru da karılmıştı o zindan karanlığında. Oyüzdendir ki, Ahmet Türk’ü hapsetmek, bir siyasetçiyi hapsetmekten daha fazlasıdır. “Bakın ben Ahmet Türk’ü bile alırım” gösterisinin de ötesinde bir şeydir. Mühürlerle kuşatıldığımız bu günlerde, kalp diline de mühür vurmaktır biraz da. Kürtlerin Kekê Ehmed’i, kalp diliyle konuşan, gören, anlayan, eden az sayıda siyasetçiden biriydi. Demirtaş gibi, Kışanak gibi, Anlı gibi...
...
“Geçmişin esiri olmama” olgunluğundan, öyle istenilen her kalıba girebilen bir ‘elastikiyet’ anlaşılmamalı ama, asla. O nezaket ve sükûnetinin sarıp sarmaladığı bir direnç abidesidir Ahmet Türk. ‘Ana damar’ dışında, ‘düzen içi’ kulvarlardan gelip katıldığı için Kürt hareketine, ondan hep bir beklentisi oldu ‘müesses nizam’ın, üzerine hesaplar yapıldı, ‘zayıf karın’ varsayıldı. (Ömürleri boyunca devletin tek fiskesini yememiş bazı tatlı su solcuları da sözde sınıfsal tahlillerinde Ahmet Türk’e benzer pozisyonlar biçtiler; hatta saldırıya uğrayıp burnu kırıldığında ona vurulan faşist yumruğu “emekçi yumruğu” diye tanımlayabilenler oldu!) Nafile kaldı ona dair beklentiler, eğilip bükülmedi. Basitti sırrı; bir mecrada barış ve gerçek bir çözüm olasılığı yoksa, Ahmet Türk de olamazdı orda!
...
Evet, Ahmet Türk’ün tutuklanması, barış kapısını mühürlemekteki ölçüsüz iştahınızı gösteriyor. Bu hınçla çarpıp kilitliyorsunuz da yarın tekrar çalmaya geldiğinizde o kapıyı aynı yerde bulamayabilirsiniz. Heba edilmiş zamanlardan bin pişman, tıkladığınız yeni kapıdan sizi Ahmet Türk’ün karşılaması için bildiğiniz bütün duaları okuyacağınızdan eminiz...
Ruhunuzda, gözlerinizde biriktirdiğiniz bu utanç batağıyla, Kekê Ehmed’in o derya deniz acı ve barış süzülen yüzüne nasıl bakacaksınız sorusu aklınıza gelmez, biliriz. Sizin çözüm düşmanlığındaki bu ölçüsüzlüğünüz, tutuklanma kararına ‘hayırlı olsun’ diyen Ahmet Türk dervişliğinin nasıl bitimsiz bir nehir olduğunu bildiğinizdedir belki de. Kara zindanlara gömsek de barış deyince nasılsa bizi affeder diye düşündüğünüzden... Kalp dilli bu bilgeliğin barış için her daim hazır olacağına inancınızdan...
Hoyratlığınız, nobranlığınız biraz da bu yüzden!
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53