09 Kasım 2016 00:59

Kritik dönemeç ve CHP

Kritik dönemeç ve CHP

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye, tek parti iktidarına dayalı statükoyu sarsan 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarının Cumhurbaşkanı ve AKP kurmaylarınca sindirilememesinin sonucunda 17 ayda bir uçurumun dibine doğru getirildi. 

Demokrasi ve hukukun sınırlı halinin de aşama aşama tasfiye edildiği bir sürecin ardından Meclisin 3. partisinin eş genel başkanı ve milletvekillerinin tutuklandığı, iktidarın aykırı ses olarak gördüğü televizyon kanalları, radyo, ajans, gazete, internet siteleri, kültür-sanat ve teori dergilerinin kapatıldığı günleri yaşıyoruz.

Böylesi ağır bir dönemde her politik özneye de kendi konumuna göre sorumluluklar düşüyor. Bugüne gelinen süreçte CHP’nin milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına verdiği desteğin büyük bir yanlış olarak rol oynadığını daha önce bu köşede belirterek eleştirmiştik.

Şimdi idamın bile yeniden tartışıldığı günlerdeyiz. Cumhurbaşkanı ve AKP kurmayları, MHP’nin kendilerine verdiği açık destek ile, siyasi köklerini temsil eden Milli Türk Talebe Birliğinin özlemlerini bütünlüklü bir biçimde hayata geçirecek imkana sahipler. 

Prof. Dr. Mithat Sancar, arkadaşımız Serpil İlgün’ün kendisiyle yaptığı ve Evrensel’de önceki gün yayımlanan söyleşisinde şöyle diyordu: “İslamcı, milliyetçi, ulusalcı bir koalisyon iyice yerleşti ve bu koalisyonu bir arada tutan tek bir faktör var; Kürt düşmanlığı. Erdoğan içeride ve Ortadoğu’da, Suriye’de Kürt düşmanı bir politika izlediği için bu koalisyonu bir arada tutmayı başarıyor. Bizi hedef almasının asıl nedeni de budur.”

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, 1 Kasım günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, CHP’ye çağrıda bulunarak “Biz şu faşist bloka mecbur muyuz ya? Eşitlikten, kardeşlikten yana olanlar neden yüzde 60 oy alamayacakmışız, neden bir araya gelip demokratik bir blok oluşturmayacağız?” diye sormuştu.

Ancak ne yazık ki CHP’nin bu süreçteki konumu değiştirici bir etki yapmaktan uzak bir eleştirel söylemi aşmıyor. İçinden geçtiğimiz sürece dair önceki gün yayımlanan CHP bildirisinde HDP’li 9 vekilin tutuklanmasının Anayasa’ya aykırı olduğu belirtildi ancak bugünlere hatırlanacağı gibi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13 Nisan 2016 tarihli “AKP’nin dokunulmazlık teklifi Anayasa’ya aykırı ama ‘evet’ diyeceğiz” açıklamasının ardından verilen destekle gelindi. 

Ve dünyanın hangi ülkesinde parlamentonun üçüncü partisine anayasa ve yasalar eğilip bükülerek böylesi bir darbe vurulsa orada artık meşruluğu ağır yara almamış bir parlamentodan bahsedilemez. Dolayısıyla bugün sorun budur. 

Ve AKP liderliği, başkanlığı hazırlama sürecinde MHP’yi kendisine içererek tabi kılıp ayrı bir parti olarak da gereksizleştirirken, CHP’yi de temsil etmesi gereken ana muhalefet zeminini baskılayarak kendi siyasetine aşama aşama eklemlemeye çalışıyor. 

Bunu Cumhuriyet gazetesi karşısındaki tavır açısından da görmekteyiz. Örneğin, iktidarın ağır saldırısı karşısında ayakta kalma mücadelesi veren Cumhuriyet gazetesi ‘Eğilmeyiz’ manşeti ile çıktığı 6 Kasım günü, ikinci manşetini de CHP’ye ayırmıştı. Başlıkta ‘CHP alarmda’ denirken, üst başlıkta da ‘Kılıçdaroğlu, 9 yazar ve yöneticimizin tutuklanması üzerine MYK ve PM’yi toplantıya çağırdı’ denilmişti. Bu açık bir biçimde gazetenin ana muhalefet partisi CHP’den haklı beklentisinin bir ifadesiydi. Cumhuriyet’in dünkü manşetinde de, CHP bildirisi vardı. Üst başlıkta: ‘Tutuklu gazetecilerin tamamı serbest bırakılmalıdır’ denilirken, başlıkta da ‘Cumhuriyet’ten öç alınıyor’ ifadelerine yer veriliyordu.

Cumhuriyet, kendilerine verilen desteğe verdiği kıymetin ifadesi olarak bunu yapmaktadır. Bu da son derece anlaşılırdır.

Ancak CHP liderliği bakımından AKP iktidarı tarafından sıkıştırıldığı zemine dair bir hatırlatma da yapmak gerekiyor. AKP’nin siyasal alandan basın alanına kadar uzanan zeminde sürdürdüğü bu topyekün saldırı karşısında CHP eleştirel bir söylem ve Cumhuriyet gazetesini ziyaret ile sınırlı bir zemine doğru da sıkıştırılıyor. Adeta içten içe oraya hapsediliyor. Ve bu sıkıştırılmış zeminde CHP liderliğinin, iktidarın Cumhuriyet’e bir kayyım girişimi karşısında tavrı açık bir biçimde reddetmek yerine “Eğer illa kayyım olacak ise, şu isim, bu isim olsun” gibi seçeneklere doğru çekilmesi tam bir siyasal intihar olur. Bu hem iktidarın Cumhuriyet gazetesine dair operasyon planlarına verilmiş açık bir çek anlamına gelecek, hem de gazetenin içişlerine doğrudan müdahale gibi asla kabul edilemeyecek bir anlama gelecektir. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa