‘Türk tipi başkanlık’: Anayasal OHAL!

Bazı tartışmalar hiç bu kadar alenileşmemişti Türkiye’de. İhtiyaç giderek daha çok keskinleşiyor demek ki. İktidar güdümlü tartışmalar, yeni bir rejim mimarisine dair sürecin de keskinleşerek bir final aşamasını zorladığını gösteriyor. “15 Temmuz’da parlamenter demokrasi bir darbeden kurtuldu, AKP/Saray iktidarının mevcut rejimi korumaya dair hassasiyeti artacak, ötesinden vazgeçecek...” gibi beklentiler çoktan berhava oldu. Bu hevesle “Yenikapı ruhu”na dahil olanlara yine hayalkırıklığı ve hüsran kaldı tabii ki. Kılıçdaroğlu’na bile “bir karşı darbeyle karşı karşıyayız” dedirten gelişmeler oldu, biliniyor. 

Önce “bekleme odasında” denilen “parlamenter rejim” şimdi gereksiz bir fazlalık olarak görülüyor açıkça. Siyasal kaderi iktidara mahkûm Bahçeli’nin pası sonrası birden dört bir yanımızı kuşatan “fiili durumu hukukileştirelim” tartışması da buna dönük zaten. Sözkonusu “fiili durum” bir muhalefet konusuydu ve hukuki olmadığı için terkedilmesi gerektiği söylenirdi. Şimdi iktidar mahfillerince adeta övünülerek bahsediliyor. Gözümüzün içine baka baka deniliyor ki, “Türkiye parlamenter rejimle değil fiili bir başkanlıkla yönetiliyor, gelin bunu hukukileştirelim.” Bu konuda “yok öyle bir şey” der ya da pek konuşmaz susarlardı önceden. Şimdi ‘Anayasal suç’ anlamına gelecek bir pozisyon açıkça savunuluyor. 

Bu “fiili durumu hukukileştirelim” tartışması aslında bir hareket tarzını yansıtıyor. Bir sistematik.   

Saray iktidarının mecbur ve mahküm olduğu bir sistematik: Yasal kısıtları takma, önce fiili durum yarat, sonra hukukileştir! Siyaset ile hukuk arasında böyle ‘olağan’ bir ilişki vardır, biliriz, ama bunlardaki oldukça yoğunlaştırılmış ve gözükara bir takmamazlık haliyle  bütünleşmiş bir ‘olağanüstü’ dayatma hali... 

Yapılan ve yapılmak istenen şudur: Fiili başkanlığı OHAL’le hukukileştirdiler, şimdi sıra resmi başkanlıkla OHAL’in anayasallaştırılmasında! 

7 Haziran sonrası parlamenter sistemin olağan akışı içerisinde tükenen iktidar olanağı, ‘rejim dışı’ fiili durumlarla ikame edildi. Masanın devrilmesi ve savaşla startı verilen siyasi darbe, Fethullahçı askeri darbe girişimiyle karşılandı. Askeri darbe girişimi tutmadı ve onun sağladığı o malum “Allahın lütfu” yani toplumsal-siyasal ‘meşruiyet’, siyasal darbeyi basbayağı bir karşı darbeye evriltti. Artık zincirlerinden boşalmış bu darbe döneminde şekillenen ‘fiili başkanlık’tı ve OHAL’le ‘yasal’ ve ‘kurumsal’ dayanaklara kavuşturuldu. Ama “durmak yok yola devam” denilmiş ya bir kez, şimdiki tartışma da sadece Başkanlığın değil, aynı zamanda OHAL’li Türkiye’nin de anayasallaştırılmasına dönüktür. Türk tipi Başkanlık tam da OHAL’li ‘Yeni Türkiye’nin iktidar biçimidir. ‘Yeni rejim’ dedikleri, hikmetinden sual olunmaz bir tek adam yönetiminde süreklileştirilmiş OHAL’den başka bir şey değildir. 

***

Başta belirttiğimiz, alenileşen bir diğer tartışma ise Musul’a dair tetiklenen “Türkiye Misak ı Milli’ye sığmaz artık, ya büyüyecek ya küçülecek” tartışması. Eskiden Yalçın Küçük “Ya Erbil alınır ya Diyarbakır kopar” derdi ya Kürt meselesine dair, şimdi iktidarın çapsız düdükleri daha genelden üfürüyorlar bilir bilmez. Bu da ‘yeni rejim’ kurgularıyla ilişkili tabi. Yeni rejime yeni sınırlar lazım değil mi! Sonuç alıcı olup olmamasından bağımsız (ki bu bölgesel denklem içinde Musul’un M’sini koklatmayacakları açık!), Musul hevesi boşuna değil. Hele en ‘reis’ ağızdan dillendirilen “ya büyürüz ya küçülürüz” manifestosundan sonra, “Türkiye’nin Irak ve Musul’a dair herhangi bir gizli gündemi yoktur” düzeltmelerinin, “Biz Iraklıların güvenliği için Başika’dayız” geyiklerinin zerre kadar ikna ediciliği olabilir mi artık. 

Açıktır ki, Musul tartışması da “büyüme” hayalli stratejinin bir unsurudur ve kurtların kapıştığı bölgede bunu görmeyen kimse kalmamıştır ama ne gam! Saray’dan başlayıp hükümete ve maiyet medyasına yayılan “Yurtta sulh, cihanda sulh dönemi bitmiştir” söylemi, yeni resmi ezber durumunda şimdi. Her daim övünülen o düstur, bir söylem düzeyinde bile katlanılmaz ve iğreti bulunuyor artık. Barış diyenlerin başına neler geliyor görüyoruz da, yarın öbür gün “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyenler hakkında “fetöcülük yapıyorlar” diye davalar açılırsa hiç şaşırmayalım! Türk tipi Başkanlık” rejiminin yeni mimarisi böyle kuruluyor çünkü; içerde dışarda olağanlaştırılmış savaş ve tek adamlı anayasal OHAL! 

Bütünlüklü bir pakettir bu ve nettir. Muhalefet için de netlik gerekir. Öyle Kılıçdaroğlu CHP’sinin yaptığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılmasına, savaş tezkeresine evet diyerek olmaz. “Başika için izin verin” ricasıyla, “Musul’da bildiğimizi okuruz” diye Irak Başbakanına “had bildiren” Erdoğan’ın utangaç suflörü olunur ancak, muhalifi olunmaz. 

Varlık nedeniniz parlamenter rejimi korumaksa eğer, ‘yapıcı muhalefet’iniz para etmiyor, etmez. 

Son çıkış artık, az sonrası şimdiden ortada işte!


 

Evrensel'i Takip Et