10 Temmuz 2016 01:00

Türk vatandaşlığı

Türk vatandaşlığı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ben vatandaşlığı ‘Belli bir ülke siyasi sınırları içindeki topraklarda yaşayan topluma aidiyeti ifade eden konumlama’ olarak tanımlarım, içimden ve kendi kendime tabii… Ve bence sorun o topraklarda yaşayan toplumun her bireyinin; her biri diğerlerinden kültürel/toplumsal, inanç sistemi, davranış kodları, düşünce üretimi, genetik/biyolojik ve diğer bir yığın belirleyiciler bakımından çok farklı milyonlarca bireyin şiddet kullanılmadan, sömürü ve tahakküm düzenine yol verilmeden, kendi var olurken dilerse diğer her bireyin de tek tek var olabilme koşullarının yaratılmasına katkıda bulunarak birlikte, dilerlerse dostça, dilerlerse aralarında ilişki kurmayarak ama asla düşmanca değil, barış ve huzur içinde  birlikte yaşayabilmesidir. Şöyle de söyleyebilirim: Bence sorun çoğunluk ya da çoğulculuk üzerine değil, esas olarak çeşitlilik temelinde tasarlanan bir toplum yapısını kurgulayabilmek ve bu yapıyı, kendi varlığının gerekliliği ortadan kalkana kadar işletebilecek siyasi bir örgütlenmeyle, devlet yapılanmasıyla sağlayabilmenin sırrına erişebilmektir. Bu gibi düşüncelerin peşi sıra düş kurarım çünkü insan türü bireyinin de doğallığında, yani doğadaki varlığında çoğunlukçuluğun ya da çoğulculuğun değil, çeşitliliğin belirleyici olduğunu kabul ederim.
Böyle düşününce vatandaş-vatandaş olmayan ayırımına dayalı bir ‘haklar’ anlayışını, kendimi ne kadar zorlasam benimseyemiyorum. Biliyorum, dünyanın siyasi coğrafyası ülkesinin siyasi sınırları şu ya da bu şekilde belirlenmiş devletlere göre çiziliyor. Devlet varsa vatandaşı var, vatandaşı varsa vatandaş olmayanı yani vatansızı, yabancı devlet vatandaşı olanı, mültecisi, sığınmacısı, şu ya da bu tanımlamayla ‘misafir edileni’, ‘güvenli bir ülkeye gidene kadar korunanı’ vb.si var. Vatandaş olmayanı vatandaş olanla hiçbir ayırım yapmadan aynı konumda varsayabilir miyiz? Yanıt; olmaz! Gerçi vatandaş-vatandaş olmayan ayırımı birlikte yaşanacak toplumu kurgularken, en azından şimdilik demokrasiyi içselleştirmiş toplumlarda yarını tartışan düşünce alanında önemini yitiriyorsa da, Türkiye’de ‘hayır; olmaz!’
Türkiye’de yaşayan ve geçici korumadan yararlanan Suriye vatandaşı (Irak ya da başka bir devlet vatandaşı değil) ‘misafirlerimize’ Türk vatandaşlığını kazandırma tartışmaları başlayınca bunları düşündüm. Tartışmaların esas olarak Suriye vatandaşlarının Türk vatandaşı olmaları halinde Türk vatandaşlarının yararlandıkları tüm haklardan Türk vatandaşlarının kullandıkları özgürlükleri kullanarak yararlanabilecekleri noktasında yoğunlaşıyor. Örneğin seçimlerde oy kullanabilecekler, özelde kamuda izine gerek olmadan çalışabilecekler; örneğin Sur’da, Cizre’de şurada ya da burada yerleşebilecekler. Böylece iktidar partisinin oy oranı artacak, Kürtlerin yaşadığı bölgelerin demografik yapısı değişecek, belki de hiçbir yerde Kürt belediye başkanı seçilemeyecek, vs. vs. Bu nedenlerle olmaz! Bir zamanların ‘vatandaşlık’ anlayışına, içeriğine, tanımlamasına ilişkin tartışmalar unutuldu; ‘halkların kardeşliği’ ağza alınmaz oldu; yeri gelmiş, fırsatı doğmuşken ve son derece yaşamsal ve gerekliyken birlikte yaşamanın temellerini atacak toplumsal yapılanma öngörüleri ileri sürülmez oldu. Suriye vatandaşlarına Türk vatandaşlığı kazandırma girişimine var olan statüko savunularak karşı çıkılıyor. Yani kazanma şansı olmayan ya da çok az olan bir şikayet hali!
Suriye vatandaşlarına Türk vatandaşlığını kazandırabilmenin bir yolu var mı?
2009 yılında yürürlüğe giren Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 12. maddesi var. Bu madde Türk vatandaşlığının kazanılmasındaki halleri öngörüyor. Bu maddeye göre, öyle ortalıklarda söylendiği gibi ‘beş yıl ikamet’ şartı dahil, vatandaşlığa kabul için arandığı belirtilen sekiz koşul aranmayacak. Bakanlar Kurulu bu koşullar aranmaksızın 12. maddenin (b) fıkrasına göre, “Vatandaşlığa alınması zaruri görülenlere” vereceği olumlu kararla Türk vatandaşlığı kazandırabilir.
Ben bu hukuken garabet sayılan düzenlemeye o zamanlar anlam verememiştim. Bir kişi kalkacak, Bakanlar Kuruluna başvuracak ve “Benim Türk vatandaşlığına alınmamda zaruret vardır, beni vatandaşlığa alın” diyecek! Olacak şey değil… Bu nedenle, aklıma devletin gizli işleri için eleman devşirme örnekleri gelirdi: Ambargo delmek, uluslararası yasakları dolanabilmek, istihbarat aleminde dolanmak gibi. Şimdi anlıyorum: Sporculara, bilim adamlarına, sanayi ve finans erbabına, sanatçıya, kültür insanına Türk vatandaşlığını yine istisnai yoldan kazandırabilmeyi sağlayan başka düzenleme varken (madde 12/a), ‘zaruri görülen kişiler’ kategorisi bugünler öngörülerek icat edilmiş olmalı!
Çıkacak sorunlara gelirsek;
Vatandaşlık hukukunun temel ilkesi ‘kimseye zorla vatandaşlık yüklenememesi’dir. Yani “Kimlik bilgileri aşağıda belirtilen kırk bin kişiye Türk vatandaşlığı kazandırılmıştır” diyerek karar alınamaz. Kırk bin kişiden her birinin bu yönde istemini belirten başvurusu gerekir. Cumhurbaşkanı da toplu karar öngörmüyor: ‘Türk vatandaşı olmak isteyen Suriyeli sığınmacılara Türk vatandaşlığı verilecektir’.
Bomba imal eden, terör örgütü üyesi olan, eylem hazırlayan Suriyeliler Türk vatandaşı mı yapılacak? Hayır, madde 12/1’e göre “Milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek hali bulunmayanların istemi kabul edilecek. Yani Bakanlar Kurulu her başvurucu hakkında bu araştırmayı yapacaktır. Orman ve Su İşleri Bakanı “Kriterler mutlaka olacak” derken Ekonomi Bakanı “Ahlaki anlamda Türk vatandaşlığı kıstaslarını taşıyabilme özelliğini” de (Bu özellikler nelerdir acaba?) kanunda olmasa bile incelenecek kriterlere katarak oy verenlerinin yüreğine su serpti. Başbakan da “Türkiye’nin huzurunu bozanın (nasıl yani?) vatandaşlığa alınmayacağı” müjdesini verdi.
Böylece amacı belirsiz, garabet ötesi bir vatandaşlık düzenlemesinin (madde 12/b) uygulanma olasılığıyla ve bu düzenlemeyi keyfiliğin zirvesine taşıyan bazı bakanların aranacak kriter önerileriyle gündeme oturan ‘Suriyelilerin Türk vatandaşlığı’ serüvenini, örülen tuzağa düşüp, etkili sanılan ırkçı ve ayrıştırıcı söylemlerle statüko zemininde tartışır olduk. Birlikte yaşamayı çeşitlilik temelinde öngörülen bir toplumsal kurgunun eksenine oturtamaz ve bunun mücadelesini yükseltemezsek, ya suskun kalacağız ya da iktidarı eleştirirken ırkçı ve/veya ayrıştırıcı söylemlerin toplumsal tahribatını ah ve vahlarla, hayıflanarak, üzgün ama pasif izleyeceğiz.
Suriyeliler sanıldığının aksine muktedirlerin baş eğmiş, çaresiz siyaset uygulayıcıları değildirler; onlar birlikte yaşama toplumunun en değerli mücadelecileridirler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...