Uzlaşma, sıfırlanırsın!
7 Haziran seçim sonuçlarının gaspıyla başlayan bir sürecin biribirini tetikleyen darbelerini izliyoruz. Sistemin olağan “meşruiyet” çerçevesinin yerini Saray merkezli ‘tek adam’ rejiminin fiili normları almış durumda. Bu, başka bir “meşruiyet” alanı artık. Hadi, Kürdistan’da asgari bir savaş hukukunu bile hiçe sayıp uygulanan savaş rejimini bir kenara bırakalım. Türkiye bir anayasayla mı yönetiliyor? Meclis, burjuva parlamenter anlamıyla bile, ne ölçüde bir ‘temsil’ organıdır? Ya Yargı?.. Hükümet peki? Türkiye’de klasik anlamıyla bir hükümet var mıdır? Bir Başbakan düşünün ki, yüzde 49 buçuk oy aldıktan sonra “hamdolsun ki milletimiz istikrarı seçti” diye çalım satıp duruyorken, daha beş ayda kullanım süresi dolmuş olsun. Müthiş istikrar değil mi! 7 Haziran’a nasıl silah çekildiyse, gerektiğinde 1 Kasım’a bile kırmızı kart gösterilebiliyormuş demek ki! Bu ölçüde keskinleşmiş ihtiyaçlar ve gayri meşru bir siyasal hat üzerinde yürütülen süreçten murad edilen iktidarın niteliğini varın tahmin edin artık...
***
Davutoğlu’nun kenara itilmesinden hemen sonra Başkanlık tartışmasının daha bir ateşlenerek gündemin ortasına atılması tesadüf olmasa gerek. Peki bu öyle denildiği gibi Davutoğlu’nun “yüksek profilli” oluşunu mu gösterir? Yani yüksek profilliymiş de ondan mı kıymışlar “derin Hoca”ya? Elli kişilik parti yönetiminde 48 kişinin kapıyı gösterdiği, toplantıda nerdeyse tahtaya kaldırılıp tek ayak üstünde cezalandırılmadığı kalan bu Hoca mı yüksek profilliymiş?! Kovulduğu kapının önünde, “ah şu refikler olmasaydı” diye ağlayan ama “Reisimin onuru onurumdur, laf etmem” diye gak guk eden bir siyasal figürün özgül ağırlığının sıfır olduğunu biz biliyorduk zaten. Biz biliyorduk da o bilmiyordu belki. Ya da bizi kandırdığını zannediyordu. “Stratejik derinlik” deyip aklını hizmetine sunduğu Saray’ın bir kaşık suyunda boğulup giden Davutoğlu yeni mi siyaset dışı kaldı peki? Hayır. O, yaptığı noterliğe kendince hamasi bir ‘derinlik’ katmaya çalışan bir teknik eleman gibiydi aslında. Mesela, seçim öncesi önüne konulan aday listesini kabul ettiğinde, sonrasında masasına konulan bakanlar kurulu listesine itiraz etmediğinde, sıfır özgülağırlığı kabullenmişti zaten.
Öyle bir ‘tunç yasası’ işliyor ki epeydir, Saray’dakiyle uzlaşanın akıbeti siyaseten sıfırlanmak oluyor. Bakın Gül’lere, Arınç’lara, uzlaştıkça sıfırlanmış, müzelik olmuşlardır. Yeni başbakan aranırken de “kim daha düşük profilli?” (siz profilsiz, sözlük anlamıyla ‘yüzsüz’ anlayın) kıyaslamalarının yapılması tesadüf olmasa gerek!
***
Bu, uzlaşanın sıfırlanması yasası, ‘muhalefet’ açısından da geçerli elbette. Bahçeli’nin MHP’si siyaseten sıfırlanmıştır mesela, ipi Saray’dadır. Ülküdaşlarıyla karakolluk olmuş Bahçeli’nin siyasal hayatı Saray’ın mahkemelere vereceği ayara ya da Erdoğan’ın bir erken seçim kararına bağlı. Peki bu durum yeni mi oluştu? Hayır. 7 Haziran sonrası “Kürtlerle aynı Meclis’te bile olmam” diye seçim sonuçlarının gaspedilmesine verdiği iştahlı katkı hatırlansın. O gün bitmişti zaten! Şimdi uzatmaları oynuyor ve yalvarıyor, “aman ha beni gözetin, fiili desteğimiz hukuki olabilir” diye. Sıfırlanmışlık böyle bir şey işte.
Ya CHP? 7 Haziran sonrası Saray’ın adamlarıyla yapılan “istikşafi” muhabbetler, CHP’nin de siyasi sıfırlanma sürecinin başlangıcıydı. “Terörle mücadele” adına savaş siyasetine karşı çıkılmaması ve Kürtlerle, HDP’yle birlikte görünmeme kaygısı, çıkarılan onca gürültüye karşın, dediğimiz o sıfırlanma açmazını hep öne çıkardı.
Ve şimdi geldik dokunulmazlıklar meselesine. Kılıçdaroğlu’nun muhteşem “anayasaya aykırı ama evet” stratejisi hayat bulursa, CHP’nin sıfırlanma sürecindeki son nokta da bu olacaktır. Kürtlerin Meclis’ten tasfiyesine ‘evet’ dedikten sonra, “Başkanlığı kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz” efelenmesine, “otur, sıfır” denilebilir ancak! Kan dökülmüyor mu zaten? Bu savaş neden başlatıldı? HDP’nin Meclis’ten atılmasının bu sorularla içiçeliğini ve Başkanlık stratejisiyle bağını kurmak, Kılıçdaroğlu için bile zor olmasa gerek.
Demokrasiyi ve laikliği önemseyen CHP’liler, bu kendilerini de sıfırlayacak duruma razı olacaklar mıdır? Kürtlerin Ankara’dan uzaklaştırılmasının, iddia o ki Genelkurmay’dan brifing almış genel başkanlarının sabitlendiği ‘PKK’yi destekler pozisyonda olmayalım’ gibi bir kıytırık korkuyla kıyaslanmaz derecede tarihi ve ağır sonuçlarının olacağı gerçeğinden hareket edecekler midir? Göreceğiz...
Çoktan beri gördüğümüz ise şudur:
Faşizme ya da ‘yüce şef’ iktidarlarına her ne sebeple olursa olsun destek veren her kimse sıfırlanmaya, paspas olmaya mahkümdür. Bakın Almanya’ya, İtalya’ya, bakın Türkiye’ye, faşizmin inşası tarihi böyle örneklerle doludur.
Evrensel'i Takip Et