Aynı 'milli' hava: Önce 'zo'lar, şimdi 'lo'lar!
Bugün 24 Nisan...
Taammüden işlenmiş bir devlet suçunun 101’inci yıl dönümündeyiz...
Nasıl hazırlandı?.. Neden yapıldı?.. Kim yaptı?.. Kaç kişi öldürüldü?.. Kaç kişi sürüldü? Sonrasındaki mülkiyet ve servet transferinin siyasal-sınıfsal sonuçları?... vb birçok soru ve elbette üzerinden bir asır geçse de kıskançlıkla sahiplenilen, savunulan o malum ‘derin devlet genetiğiyle’ karartılmaya çalışılan yanıtlar...
Dünyanın gözü önünde yaşanmış bir gerçeğin resmileştirilmiş yalancı tarihin derinliklerine gömülüp unutturulmasına karşı bu sorular ve yanıtları elbette önemli...
Ama sadece ‘inkâr’ değil ki sorun!
Gerçekliği, nasıl yaşanmışlığı, akıl almaz trajedisi,...hepsi de döne döne hatırlanmalı, hatırlatılmalı. 1915’in 24 Nisan’ında başlatılan soykırım sürecini sadece bunlarla anmak, anlamak mümkün değildir ama. Yetmez!
Mesele, Ermeni kırımının yaşandığı yüzyılın başına dair bir sosyal-siyasal arkeolojiden ibaret değil yani.
1915’te Anadolu halklarının toplumsal yaşamına tam ortasından vurulmuş kılıç darbesi, adeta tarihi ‘doğal’ mecrasından saptıran bir ‘kimyasal bozulmaya’ da yol açtı. Geride kalan ulusal-toplumsal gerçekliklerin derinliklerine işleyen bu yapısal bozulmanın bugüne uzayan siyasal, sosyal, ahlaki, kültürel sonuçları, ‘olmuş-bitmiş’ bir trajedinin ötesinde, bütün bu boyutları kapsayan devasa bir ‘yoksulluk’ ve ‘yoksunluğa’ da işaret etmektedir. Bu ülkenin şafağından, gününden, gecesinden koparılıp ölümün ve inkârın karanlıklarına sürülen ahçigler, ahbarigler, bizleri de ‘yüz yıllık’ bir yalnızlık ve yoksulluğa mahküm edip ‘gittiler’!.. Büyük müzisyen Gomidas’tan, devrimci Paramaz’dan, Bitlisli Saroyan’dan, Mebus Krikor Zohrab’dan ve daha binlerce binlerce değerden koparılmak... Arıcılıktan ipek ve deri işlemeciliğine, sanatın her dalından edebi ve kültürel hayata...muazzam bir birikimle bütün bağları kesilerek kalakalmak, en az bir yüzyıl geriye savrulmak...
Anlı şanlı hiçbir milliyetçilik, ırkçılığın ve inkârın hiçbir çeşidi, ‘içimize’ çizilmiş bu yalnızlığın boşluğunu dolduramadı, dolduramaz!
O yüzdendir ki, ‘yüzleşme’ denilen şey, tarih(çiler)e bırakılmayacak kadar güncel bir mücadele konusudur. Kime karşı? O derin boşluğu hayatımıza sokanlara karşı! Bugünden 1915’e uzanarak bir halkın yüreğine saplanmış o hançerin kabzasındaki kanlı ellerden destur alan devletlu mirasçılara karşı... “Devlette devamlılık esastır” sözünün işaret ettiği, sadece tarihsel bir suç ortaklığı değildir kuşkusuz. Hesap sorarak, içine itildiğimiz ‘yalnızlık’ ve ‘boşluktan’ kurtulabileceğimiz istikameti de gösterir.
Çok mu şey değişmiştir? Evet!
Değişmeyen ne kalmıştır? Çok şey!
Pek çok sorunda kendisini İttihatçı gelenek karşısında tarif eden ama Ermeni meselesi sözkonusu olduğunda “ecdadımız” hamasetine sığınarak resmi devlet tezlerine sarılan bir iktidar, değişmezliğin önde gidenidir kuşkusuz!
O gün, memleketi ittiği dünya savaşı içinde battığı batakta, ‘beka’ sorununa çözüm olarak kendince ‘milli’ arayışına girmişti İttihatçı kafa. 1908-1915 arası ‘sorununuzu çözeceğim’ diye ‘cilve’ yaptığı Ermenileri yok eden ve ama kucak kucağa olduğu Alman emperyalizmini hiç de rahatsız etmeyen bir garip ‘milli’!
Bugün de ‘sorun beka sorunudur’ diyorlar... Memleketi kurguladıkları ‘milli ve yerli’ cendereye hapsetmeye çalışıyorlar... 1915’te Zo’lardı ‘milli’ düşman, şimdi Lo’lar... Kürtlere açılmış savaş üzerinden herkesi ‘milli’ olmaya çağıran ve içine düştüğü kör kuyuda gelecek arayan yeni Osmanlı/Türk/İslam sentezi...
Malum, son hedef; Kürtsüz ‘milli ve yerli’ Meclis!
Unutmadan, herkes Kılıçdaroğlu kadar ‘milli’ değil şükür ki!
O, devletin her çağrısına icabet edecek kıvamda olduğunu göstere dursun, işte yüz akımız barış militanı akademisyenlerimiz...
Onlar Kılıçdaroğlu gibi “aman bize PKK’li derler sonra” gibisinden korkakça hesaplara girmeden, hapislerden geçerek, mahkemelerde hesap sorarak paramparça ettiler tıkılmak istedikleri o ‘milli’ parantezi!
101 yıl önceki o karanlıkla da bu direniş yollarından geçilerek yüzleşilecek, hesaplaşılacaktır.
‘Devamlılık’ esastır çünkü!
Evrensel'i Takip Et