30 Mart 2016 00:51

Ya zapturapt ya Zarrab

Ya zapturapt ya Zarrab

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Miami operasyonunun mesajı bu mu?

Bakalım…
***
Gafil mi avlandı?
Ehvenişer tercihine mecbur kaldı… İleride filmi yapılacak pazarlıkla sığınıp, paçayı mı kurtardı?
Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanma hadisesinin cazip sorularından biri bu… 
O, Türkiye’nin dış ticaret açığını kapatacak denli işini bilen hayırsever bi’iş adamı… 
Onda pek yaş tahtaya basacak göz yok, deyip geçmeyeceğim…
Kafaların karışması için elimden geleni yapacağım… 
Soruyorum:
AKP… Bilhassa patronu Saray, ‘Reza Zarrab’ bombasının patlatılmasına şaşırdı mı?
‘Zarrab’ operasyonuna -belki- evet…
Fakat, bana kalırsa… İktidar, ABD’nin kuvvetli bi’hamle yapmasını zaten bekliyordu…

ALAMETLER BELİRMİŞTİ
Zira bilmemesi… Hatta muhtemelen hissettirilmemesi mümkün değil…
CIA/Pentagon kasasında, masaya sürülmek için vaktini bekleyen, ‘Zarrab’ meselesine rahmet okutacak kim bilir daha ne dosyalar var…dı…
Ve onlardan birinin ortaya atılacağını düşünüyordu…
Nasıl düşünmesin ki!..
Ortada çıplak gözle bile görülecek kayda değer alametler belirmişti…
‘Eski’ sıfatlı büyükelçilerden Pentagon sorumlularına… 
ABD’li mütekait yetkili ve etkililerin peş peşe Tayyip ve AKP aleyhine laf etmesi boşuna değildi ya…

ÇAN ÇALARAK GELDİ
ABD’de siyasi çarkın nasıl döndüğünden… 
Direkt endirekt mesajların nasıl verildiğinden… 
‘Eski’ görevliler aslında kimin adına konuşur ve bunun ne anlam ifade ettiğinden haberdar olanlar için, “Zarrab” nevi bi’hadise neredeyse geliyorum çanı çalıyordu… 
Eğer böyleyse vaziyet:
Zarrab’ın Miami’de tutuklanmasını, ABD semalarında son günlerde dozu artarak yükselen, ‘darbe’ telaffuzuna varan, Saray/AKP eleştirileriyle birlikte değerlendirmeli…
Zarrab’ın tutuklanmasının olacaksa Türkiye’de siyasi sonuçları, bu bağlam içerisinde mana kazanır… Kanımca.

SARAY KENDİNCE HAZIRLIK YAPTI
Peki Saray, ‘Zarrab’ şiddetinde bi’operasyonun işaretlerini aldı da ne yaptı?
Elbette kendince hazırlandı…
Daha önce yapmadığını yaparak başladı işe…
Washington’u alenen hedef almama tavrını terk etti…
Önce ‘üst akıl’ dedi…
Yakın zamanda adını koydu; sadece maiyetindeki medya değil, Tayyip Erdoğan olarak da ABD’yi adlı adınca eleştirmeye başladı…
Beyaz Saray ile “bazı konularda” anlaşmadıklarını açıklamakta beis görmedi…
Ve elbette en önemlisi taraftarlarını ve toplumu hazırlamaya başladı… 
‘Dış düşman’ ezberi eşliğinde Seferberlik ilan etmesi, şehitlik methiyeleri dizmesi boşuna değildi…

‘VARLIĞINIZ VARLIĞIMA ARMAĞAN OLSUN’
Erdoğan, kendi geleceği ile “milletimizin” bekası arasında kurduğu paralelliği sonunda itiraf etti: 
“Tayyip Erdoğan gitsin demek, ‘milletimizin, bayrağımızın, vatanımızın, devletimizin tek olması anlayışı yıkılsın’ demektir” (16 Mart 2016)
Bu anlayış sözde kalmadı… AKP ve avanesinin resmi görüşü haline geldi… 
Türkiye’ye, hepimize empoze edilmeye başladı…
Tayyip’e karşı muhtemel hamleler, milli mesele muamelesi ilan edildi…
Edilecek…
Saray’ın, ABD’den esecek sert rüzgarlara karşı stratejisi bu:
Tayyip Erdoğan’ın ardında milli seferberlik… Tahkim edilecek…
Netice: 
Meselenin tırmanması ise Tayyip’i Saddamlaştırabilir…(Ki, buna bilahare bakarız.)
Peki ABD ne yapmak istiyor: 
Şahsi figürler atan Tayyip Erdoğan’ı, ‘Zarrab’ kartını göstererek hizaya sokmayı mı?
Yoksa…
Galiba “ABD, AKP’yi gözden çıkardı” haberlerinin test vakti geldi…


SATIR ALTINDAN NOTLAR

MAHÇUPYANLARA MUSSOLİNİ DERSLERİ
T24’ten Hazal Özvarış, hafta başı Etyen Mahçupyan ile mülakat yapmış (28 Mart 2016). 
Mahçupyan’ın, Saray ve AKP’sinin faşist hamlelerine, “Öyle ama şundan…” şekilli mazeret ve meşruiyet üretme arsızlığını okurken, onları hatırladım…
Her haltına rağmen Mussolini’nin peşinden ayrılmayan kimi İtalyan aydınlarını…
Kısa bi’anekdot nakledeceğim… 
E. Mahçupyan şöyle dursun… Bakalım size daha kimi ya da kimleri çağrıştıracak?
Anlatayım:
Mussolini ve faşistleri ne zaman dara düşse, elinden tutan entelektüel bi’taife her daim hazırdı… 
Bu takımın en meşhuru da ülkenin ileri gelen entelektüeli ve İtalyan kültürünün dünyadaki en ünlü temsilcisi Benedotte Croce…idi.
Mussolini’yi durdurma imkanının doğduğu hayati eşiklerden birinde Croce, anlamlı bi’destek atar faşizme…
Hem de bize çok tanıdık gelecek gerekçelerle:
“Croce, bu kritik zamanda, faşizmin her şeye rağmen pek çok iyiliklerde (*) bulunduğunu ve düşmesi için çalışmanın hiçbir işe yaramayacağını düşünür. Tam tersine, der Croce, ona aklileşme ve normalleşme evrimini (**) tamamlama fırsatı vermek gerekir. Senatör Croce, 26 Haziran’da (1924) Mussolini hükümetine güvenoyu verir.” (Faşist İdeolojinin Doğuşu, Ayrıntı Yay. s. 305)
Sonuç?
Faşizme “Aklileşme ve normalleşme evrimini tamamlama fırsatı” tanındı…
Mussolini’nin ayaklarından asılana kadar olan biteni ve sonrasını tarih yazdı… Yazıyor.
Bizim meçhule sürüklenişimizin kaydı tutulmaya devam ediyor…          
(*) “AKP iyi şeyler de yaptı… En azında askeri vesayeti bitirdi, sonacığıma....”cıların kulakları çınlasın…
(**) Girişte andığım mülakatında E. Mahçupyan, AKP için aynı minvalde taleplerine devam ediyor… Tabii tek o değil… Bilhassa “sol” ve laik cenahtan giden AKP savunucuları,  “biz”i ikna için sık sık benzer argümanları öne sürer...  

AHMET HAKAN VAKASI
Hürriyet Yazarı Ahmet Hakan’ın “buldumcu” şımarıklığına tebessüm edip geçiyorduk…
Sonradan görmeliğinin trajikomik tezahürlerini, mucidi Ertuğrul Özkök’ün dokundurmalarından okuyor, insanlık hali kaleminden sayıyorduk…
Fakat muhterem had hudut aşmakta, kendini aştı…
Patronu Aydın Doğan’ın gırtlağına yapışan Saray, sıktıkça pençesini…
İktidar mahfilleriyle ‘irtibat’ ihtiyacı hayatiyet kazandıkça…
Ahmet Hakan, kudretinden sual olunmaz bi’hal aldı… alıyor…
Güç zehirlenmesi belli ki bünyeyi sersemletiyor…
HDP’ye küfretme müptezelliğinde olduğu gibi, ağzını bozuyor…
Sağa sola ayar verme küstahlığının suyunu çıkarıyor… 
Solu taklitle romantize etmeye çabaladığı, yeni muhitinde yenilir yutulur hale getirecek tarzda paketlediği geçmişinin…
İçinden doğduğu İslamcı gericiliğin bastıramadığı kompleksiyle efeleniyor…
Geçen gün de Yazar Enver Aysever’e çatmış…
Neymiş; Aysever, türbanlı çocukların milli takımla sahaya sürülmelerine laf etmiş…
Pek koymuş, Ahmet Hakan’a… 
“Yobaz”lık ilan etmiş, şuncacık kızların saç tellerinin saklanmasına duyulan öfkeyi…
Breh breh… 
Madem, gemiyi azıya aldın… Hepten.
Haddine sığmayıp taşıyorsun…  
Öyleyse… Dinle, Ahmet Hakan…
Yobazlığı(nı) örtbas etmek için “yobaz” ithamına sarılma ucuzluğuna yatmayı… 
‘Yobaz’ hırsızlığını marifet sayabilirsin… 
Varlığını borçlu olduğun siyasal İslamcı faşizme selam çakabilirsin; o maddeyi geçeli çok oldu…
Sen söyle bakalım:
O vakitlerde de… “Türbana özgürlük” demokratlığı yaparken… de…
El kadar çocukların başına türban geçirilmesini savunuyor muydun?
“Üniversitelerde türbana özgürlük” vecdine kapılmışken, “demokrasi” namına… 
Yani anaokullara türban giydirilmesine sıra gelmemişken daha…
Üniversiteler halledilmeye çalışılırken hani, çıksaydı o meşum görüntü…
Küçücük türbanlı çocuklar milli takımla yeşil sahaya sokulsaydı o günlerde… de; tepkin ne olurdu?
“Provokasyon!” nidası atar mıydın, atmaz mıydın?
Üniversiteli kızların meşru taleplerine gölge düşürdüğünü yazar mıydın, yazmaz mıydın?
Ha sahi… Üniversitelilerin türban giymesine müsaade çıkar çıkmaz… 
Hemen ertesinde, Adana ve Mersin’de, çocuğunu türbanla ilkokula yollayan babaya tepkin ne olmuştu?..

BAŞYÜCENİN ‘DİPLOMA’TİK SIRRI
Eksik olmasınlar… Pek cömertler…
İçeride dışarıda…
Tayyip Erdoğan’a ‘fahri doktora’ unvanı vermeyen üniversite kalmadı…
Varsa, rahat olun, onlar da sırada…
Allah için, kapısından geçtiği hiçbir üniversite boş göndermedi, Reis’i…
Giydirdiler kuşattılar; sırtına cüppesini, başına püsküllü kare şapkasını geçirdiler… 
Eline de bi’rulo ‘berat’…
Yalan haram; o da layıkıyla taşımayı bildi…
Gözlerinin içinin güldüğüne kaç defa şahit olduk, sarılıp poz verdiği cüppesi içinde…
Hani başyücenin o vakitlerdeki, mes’ut hallerini görünce şahsen meraktan kendimi alamıyorum:
Kim bilir kendi mezuniyetinde nasıl mutlu olmuştur… Cüppesiyle nasıl da fiyakalı fotoğraf vermiştir… diye.
Heyhat… Hikmetyar’ın dizi dibinde fotoğrafını görmek bile nasip oldu ama...
Zira… Bilirsiniz… Güya, RT Erdoğan’ın tahsil durumu da tartışmalı… 
Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, istenen “4 yıllık üniversite mezunu olma” şartına uymadığı iddiaları ortaya atılmıştı…
Mustafa Hoş da geçen yıl yayımlanan ‘BigBoss’ kitabında bu “4 yıllık mezuniyeti yok” rivayetinin peşine düşmüştü…de… 
Nitekim… Cumhuriyet’in (17 Mart 2016) haberine göre: 
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mezun olduğu belirtilen Marmara Üniversitesi İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin okul yıllığı geçtiğimiz günlerde yayımlanmış, Erdoğan’ın mezun olduğu 1980-1981 dönemi yıllığında Erdoğan’a dair bir bulgu olmadığı görülmüştü.”
Bunun üzerine Gazeteci Ayşe Hür de Marmara Üniversitesine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mezuniyet belgelerine ilişkin sorular yöneltmiş. 
Meslektaşımız, Erdoğan’ın hangi yıl kayıt yaptırdığını, hangi yıl mezun olduğunu, ders listesini, aldığı notları Marmara Üniversitesine “Bilgi Edinme Kanunu” çerçevesinde sormuş.
Cevap: 
Veremeyiz, “gizli”…
Haydaa!...
Marmara Üniversitesi yönetimi de kripto ‘Paralel’ci mi ne!.. Hayır, aha belgesi… Sayın Cumhurbaşkanımızın kayıt tarihi, ders durumu, mezuniyet şeysi şu şu… demek varken…
Nihayetinde dedikoduları bitirecekken…
Ne bu ‘gizlilik’ allasen!..
Ne var saklanacak suklanacak!..
Böyle yaptıkça ‘4 yıllık mezuniyeti hikâaye’ diyen art niyetli şom ağızların oyununa gelinmez mi!?
Halbisem… “Şaibe”yi giderecek açıklama yapılsaydı…
Ahali de… 
Her bi’şeyi bilen… 
Memlekete istikamet tayin etme lütfunda bulunan…
Yatak odamızdan mutfağımıza… Nasıl yaşamamıza dair emir ve direktiflerini esirgemeyen başyücemiz reisimiz, her şeyimizin…
Akademik ehliyetinin de tasdikini görür…
Daha bi’can kulağıyla dinler… idi… 
Ayrıyeten…
Doçentlere profesörlere… “Akademisyen müsveddesi” hakaretinin biraz da psikolojik boyutu olabileceğine dair iddiaları boşa çıkarmış olurdu…
Yanılıyor muyum?
Yok yok… Bu Marmara Ü. yönetiminde var bi’parelel’lik… 
Ve dahi yıkıcı bölücü terör iş birlikçiliği… şu bu… tez elden bakıla…derhal!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...