17 Ocak 2016 00:58

Faşizmi demlemek!..

Faşizmi demlemek!..

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Boşuna denmemiş, “savaş ve faşizm biribirinden beslenir ve birlikte ilerler” diye... Son bir haftada yaşadıklarımızdan çıkarabileceğimiz en özlü sonuç da bu oluyor. Savaş, yaşandığı yerde ‘olup biten’ bir şey değil. Özel bir rejim, özel bir yönetme biçimine gereksinim duyar ve onunla koşullanır. Bu ilişki tersinden de doğrudur. Savaş, ‘özel’ yönetme biçiminin kurumsallaşmasında en etkin, en ‘efektif’ araçtır. Çok işlevsel olmasa bile demokratik görünümlü ‘fazlalıklar’ kolaylıkla bir kenara bırakılır ve bu yapılırken savaşa, savaş iklimine, savaşın meşrulaştırdığı hamasi argümanlara sığınılır. Artık bu noktadan sonra, ‘çocuklar ölmesin’ gibi salt hümanist ifadeleri bile savaş rejiminin tölâre edebileceği limitler içinde sayılmaz ve şiddetle reddedilir. Savaş cenderesine sokulan toplumsal yaşamda ‘meşruiyet’ ölçütleri yeniden dizayn edilir ki yeni meşruiyet çerçevesinde rejimin bir başka aşaması inşa edilmektedir artık. Derinleştirildikçe, kurumsallaştıkça sözkonusu ‘meşruiyet’, faşizmin ayak sesleri daha bir yaklaşır, suratı daha bir görünür olur. 

Yaşanan budur! Gezi sonrası başlayan ve ‘sokağı’ önemli ölçüde gerileterek başlayan ‘arayış’, 7 Haziran‘da sandıkta boyveren o büyük çıkışı da savaşa başvurarak gaspetti. Yok saydı. 7 Haziran sonuçlarının gaspedilmesi ile savaş, birlikte örgütlendi. Ayrıntıya girmeyeceğiz ama demokrasi ve barış güçleri 7 Haziran’ı yeterince sahiplen(e)medi ve savaşı engellemek konusunda etkin olamadı. Savaşın bir başka rejime gereksinim duymakla ilgili boyutu çok da kavranamadı ya da görmezden gelindi. Bazıları açısından ise bu savaş sadece Kürtleri ilgilendiriyordu ve kaldı ki asıl sorumluluk da PKK’ye aitti! Hâlâ aynı makamdan konuşup duran ve savaştan hareketle faşizme yelken açan iktidar yolculuğunu meşrulaştıran sözüm ona AKP ve Saray muhalifleri var bu ülkede! “Hayırlı faşizmler” deyip geçelim onları... 

***

Bahsettiğimiz gibi, şimdi o yeni aşamanın, faşizmin ‘meşruiyet’ ölçütleri oturtulmaktadır artık. Madde 1: Kürt kentlerindeki tanklı toplu kuşatma Batı’da en küçük bir itirazın konusu olmamalıdır. ‘Beyaz vakası’ bundandır. Hiç de eğlenceli olmayan bir gerçekliğin bir eğlence programında ve en ‘apolitik’ haliyle bile dile getirilmiş olmasının bu ölçüde ‘sinir’ bozması başka nasıl açıklanabilir ki? Demirtaş’ın sözleriyle: ”24 saat 600 kanal, onlarca büyük gazete, yüzlerce web sitesi, hepsi ‘savaş devam etmeli’ propagandası yapıyorlar. Peki, bir televizyon programında bir dakikalık barış mesajı verilmesi neden bu kadar panikletiyor? Saray’dan iktidara kadar bu kadar savaş propagandası imkânına sahip bir hükümet, bir dakikalık bir barış propagandasından neden korkuyor?”

Korkuyor çünkü ‘katlanabilme’ sınırları giderek daralıyor. Bu sınırlar daraldıkça, rahatsız olunacaklar listesi de kabarıyor. Savaş, Kürdistan’da öldürüyor ama orada kalmıyor, cephe gerisinde de boş durmuyor. En sıradan insani değerlerin telâfuzuna, barışın sözüne bile katlanamıyor. Savaşa itiraz eden akademisyenlerimize yönelik sindirme harekâtı, Kürt kentlerindeki askeri harekâta böyle eklemleniyor. 
Savaşla işlediğiniz suçlara ortak olmayacağız diyenler suçlu ilan edilirken, bir yandan savaş ‘değerleri’ toplumsallaştırılıp savaş suçları buharlaştırılıyor, bir yandan da bu suçların “gerekliliğine” dair ‘rıza’ aranıyor, üretiliyor! İsteniyor ki, Taybet İnan gerçeği tarihe bir “gereklilik” olarak geçsin mesela! 10 çocuk annesi İnan’ın, kapısının önünde keskin nişancılarca vurulması... Cesedinin çocuklarının gözleri önünde bir hafta sokakta kalması... 18 gün de morgda tutularak ailesine verilmemesi... En sonunda da polis tarafından gizlice gömülmesi ve cenazesine toplam 8 kişinin katılabilmesi, 9 çocuğunun annelerinin son yolculuğunda bulunamaması...

Bu trajediye, bu zulme meşruiyet aranmaktadır işte. Herkes günahkâr olmalıdır! Günaha ortak olmayıp itiraz edenlerin, hatta bırakın itirazı Beyaz misali konsepti anlamayıp her daim ‘uyanık’ olamayanların vicdanları paramparça edilir ve ‘dişine kan bulaşmış kurtların’ önüne atılır. Linç edilsin, başkalarına da örnek olsun diye... Sonrası nedamettir zavallı Beyaz gibi, itirafçılıktır ya da ‘ben imza metnini tam okuyamamıştım’ diyen ‘ulusalcılıktan’ malul üç beş akademisyen gibi... Ama direnişe devam etmek vardır bir de, çoğu aydınımızın yaptığı gibi. Entelektüel namusu, aydın onurunu ‘sıradan faşizmin’ tabağında garnitür olmaya razı etmek mümkün müdür öyle!

***

“Çocuklar ölmesin” demenin “PKK provokasyonu” sayıldığı bir dönemdeyiz artık... 
Kendisine bu ölçülerde ‘meşruiyet’ arayıp, ‘rıza’ üretmeye çalışan bir rejimin bulduğu meşruiyet ve ürettiği ‘rıza’, faşizme giden yolun düzlenmesiyle doğru orantılıdır. 

Faşizm, direnen Kürdistan’da değil, ‘Batı’da demlenmeye çalışılıyor aslında...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa