'Kopuş' diyalektiği
Fotoğraf: Envato
Altı kentin on yedi ilçesinde yaklaşık bir buçuk milyon insan son altı ayın beş ay 17 günü evinden çıkamadı! Gerisini anlatmaya gerek yok, “dişine kan değmiş kurtların” maharetlerine, hünerlerine dair o Kürdistan manzaraları ortada zaten... ‘Ortak vatan’ mıymış? “Etle tırnak gibi içiçe geçmişliğimiz” mi varmış? “Bin yıllık kardeşlik” miymiş?... Şehirleri, içinde yaşayanlardan ele geçirmek için savaş açmış bir devlet gerçeği kaskatı ortada dururken böyle, tankla topla vurulan ‘oralar’ hangi vatanın parçasıymış acaba!?
Derler ki, bir kenti ele geçirmeye çalışıyorsan, orası senin değildir zaten! Mesele budur ve gelinen nokta şudur: Kürtler eskisi gibi yönetilmek istemiyor, devlet de Kürtleri eskisi gibi yönetemiyor! Literatürümüzde bunun bir adı vardı değil mi? ‘Devrimci durum’ diyorlar buna, kentlere savaş açılması esasında tam da o yüzden işte. Devlet bu ‘durumu’ savaşla ve ezerek atlatmayı düşünüyor. Ve artık hiç kimse “nasılsa düzelir bu işler, eskiden de oluyordu ama sonuçta buluşur taraflar” deyip kendisini rahatlatmasın. Hiçbir zaman böylesine kritik bir dönemece gelinmemişti.
Kürt sorununun çözümü artık çok daha karmaşık... Sorun, elbette tarihsel ve iki tarafı var. İnkâr eden belli, inkâr edilen belli. Kürtler ulusal kaderlerini tayin etme arayışındalar. Teorik olarak ve pratik imkânlar bakımından iki çözümü var meselenin: Birincisi, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bu çerçevede Kürt sorununun çözümü... Statüsüz bir çözümün artık imkânsızlaştığı bu noktada böylesi bir çözüm almaşığında özerklik-özyönetim ilk sırada telafuz edilen bir statü oluyordu ve şöyle formüle ediliyordu: “Demokratik Türkiye/Özerk Kürdistan”! Bu formül, o hep ‘vazgeçilemez’ denilen ortak yaşamın sığınabileceği son duraktı(r). Özellikle batıda içiçe yaşayan iki halkın olası bir büyük kopuşun ve ona bağlı bir yangının çok ağır ve yakıcı yüklerinin altında ezilmesinin önüne geçebilecek en rasyonel yoldu. Kürt hareketi epeydir bu yolu esas alan bir stratejik ve taktik hattaydı. Özellikle ‘müzakere süreci’nde somutlanmaya, içi doldurulmaya çalışıldı ama ‘masanın’ devrilmesi ve savaşın başlamasıyla, bu alternatif de dahil olmak üzere, süreç yeni bir aşamaya evrilmenin sancılarını yaşamakta...
Tam da bu noktada ikinci alternatif hareketlenip güç biriktiriyor. Bu, ‘kopuş’tur. Doğru ya da yanlış bulursunuz, beğenir beğenmezsiniz, ama eşyanın tabiatı böyle işliyor. Bir yolu tıkarsanız, geçit vermezseniz, alternatif bir yol arayışının dinamiklerini de harekete geçirmiş olursunuz. Hele Ortadoğu’nun bugünkü konjonktüründe, Kürtlerin önüne açılmış bu denli elverişli siyasal ve askeri güç olma zemini açılmışken... “Özyönetim olmaz, statüsüz yaşamaya devam etmezsen seni açtığın hendekte boğarım” kestirmeciliğiyle, bu denklemden kolay kolay çıkılacağını zannetmek, bile bile yapılmıyorsa eğer, tam bir zıvanadan çıkmışlık halidir.
Evet, devletin Kürt sorununu yeniden ve bu ölçüde bir savaş siyasetinin konusu yapıp, bir tarafıyla da Suriye’deki savaş pozisyonuyla içiçe sokması, ‘kopuş’ dinamiğini daha da hareketlendiriyor. Rojava’nın da buna zaten epeyce bir psikolojik rezerv ürettiğini eklemek lazım elbette...
Bugüne kadar, ‘birlikçi’ alternatif özellikle Kürt hareketine yön veren önderliklerin ısrarı ve iradesiyle ilk alternatif durumundaydı. O haliyle bile, ‘görünen’ ile hareketin aktığı sahadaki gerçeklik arasında hep bir mesafe olageldi. Birebir bir örtüşmeden bahsetmek mümkün değildi. Görünenin altında her daim var olan, en ‘barışçıl’ zamanlarda bile hiç dinmeyen ve içten içe işleyerek kendisine uygun jeneresyonlar yaratan bir dinamikti ‘kopuş’...
Aksi düşünülebilir miydi peki? Devlet ve AKP iktidarının, birlikçi bir çözümü zerre kadar umursamadığı bir vak’a iken... Kürtlerden gelen barışçı çözüm önerisi, hep sorunu ‘öteleme’ vesilesi olarak istismar edilip çözümsüzlük ajandasına bağlı kalınırken...
Çözüm sürecinin hiç bir adım atılmadan bitirilmesi ve sonuçta savaşa dönülerek kentlerin vurulması, kopuşu faalleştiriyor sadece. Bugün günler boyu kuşatmaya alınan kentlerde can pahası bir direniş yaşanırken, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, kopuş eğilimi de daha bir güçleniyor, keskinleşiyor. Kürt hareketinin bölgesel konjonktür de dahil yakaladığı bu düzeyin, Erdoğanist devletin mevcut esneklik çerçevesi içerisine sığ(dırıl)ması çok da mümkün görünmüyor. Sonuçta, ezerek bağlamaya çalışmak sadece kopuşu biriktiriyor.
O hendekleri kapatacağım gerekçesiyle Kürt kentlerini viran etmeye çalışanlar, ‘bir arada yaşam’ denilen şeyi de derin bir uçurumun eşiğine getirmişlerdir. Tarihsel ‘arızaları’ gidermek dışında, ‘bir arada yaşamanın’ dayanakları tükenmektedir.
Kürdün sorumluluğu bir yere kadar, top Batı’dadır. ‘Batı’nın, ‘bir arada yaşama’ konusundaki pek de iç açıcı olmayan ‘profili’ değişmelidir.
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53