Çürüksünüz, 90’ların zulmü bile sizden tutarlıydı!
Fotoğraf: Envato
“Vatan elbette önemlidir ama benim oğlum, bizim çocuklarımız öldükten, yitip gittikten sonra vatan da önemsizleşiyor... Benim oğlumun ismi Barış; oğlumun ismi gibi bir ülkede yaşamak isterdik... Kendi kaderime kırgınım, kendi kaderimize yanıyoruz, dağ gibi oğlumu yitirdim...”
Bir saniye bile muhalefette kalamayacak kadar suça bulanmış bir iktidarın sürdürülmesi için bizlere dayatılmış bu savaşın kurbanlarından Barış Aybek’in babası içindeki yangını böyle döküyordu söze... Oğlu Şırnak’ta askerdi ve “kaderim” dediği, kırgın olduğu hayat çizgisine şimdi bir de “evlat acısı” eklenmişti Turabi Aybek’in... O bu sözleri söylerken, zaten yoksul ocağına bir de savaşın ve ölümün ateşini salan “kaderi”nin mimarı açık konuşuyordu: “Operasyonlar devam edecektir. Şehadet makamı kıyamete dektir…”!
“Şehadet” hamasetinin sonsuza kadar alıcı bulacağına, evlat acısının sonsuza kadar sorgulanmayacağına dair vicdansızca bir ön kabulle çizilen bir “kader” bu... Açıkçası, “çocuklarınızı sonsuza dek feda etmeye devam edin” demek!..
***
“Daha çok şehit, daha çok şehadet” vaadiyle insanları kendisine razı etmeye çalışan kirli ve sinsi bir siyasetin ördüğü bu malûm “kader”, Diyadin’li çocuklar Orhan ve Muhammed’i de, çalıştıkları fırının odunluğunda yakalayıp yuttu. Onların payına “şehadet” değil, “ölü ele geçirilen terörist” kaydı düştü. Öldürülen çocukların çalıştığı fırının sahibi Recep Birgül, “İkisi de gariban insanlardı. Onların önündeki ekmeği alsan bile ses çıkartmayan kişilerdi. Orhan 7 aydır yanımda çalışıyor. Muhammed ise öğrencidir. Yaz aylarında benim yanımda çalışmaya başladı” diyordu...
“Önündeki ekmeği alsan bile ses çıkartmayan” bu çocukların canı alınmıştı işte. ‘Özel savaş’ stratejisinin ‘özel harekâtçı” tetikçilerine sual olunmazdı; zaman “en çok şehit-en çok korku” zamanıydı!
***
7 Haziran’dan itibaren hukuki meşruiyetini yitirmiş bir iktidarın, savaşın ve kanın kahredici ikliminde kendince ‘meşruiyet’ arama hikâyesidir bütün bunlar... Savaşa abanarak kendi fiili hukukunu yaratmak... Herkesi bu savaş siyasetiyle rehin alıp, savaşın ve aslında bu düşük iktidarın basit bir enstrümanına çevirmek... Muhtarlara muhbirlik yapın denmesi de bundan. Toplumsal yaşamı güvenlik stratejisine entegre edip ona göre şekillendirmek... İmkânsız bir hedeften yola çıkıp toplumu bu imkânsızlığa göre sıkıştırıp şekil vermek! Herkes bilir ki, “PKK silahları bırakıp gömsün” demek imkânsızı istemektir bu koşullarda. Gerçekleşmesi müzakereye bağlı bir konuyu müzakerenin koşulu yaparken, imkânsızı istiyorlar. Çünkü Saray siyasetinin bugün için imkânsız olana ihtiyacı var. Tamamen “duygusal” yani!
***
Ne deniyor; “başarabildiğimiz yere kadar gideceğiz”! Neyi başaracaksınız Hünkârım, nereye kadar gideceksiniz?! 30 yıllık hafıza sıfırlandı da sıfırdan mı icat ettiniz gideceğiniz yeri? “Bütün orduyu seferber etsek Kandil’e giremeyiz” diyen ünlü bir paşa vardı, hani Kandil’e yürümüştü de Zap’tan dönmüştü. O da mı iz bırakmadı hafızanızda? Dizi dizi, boy boy, rütbe rütbe ekran nöbetlerine çıkıp da harita başında bu savaşı sayısız kez kazanan ama her defasında söyledikleri yalanlarla kalan emekli zaptiyelerin sıfıra sıfırlığını hiç mi not etmediniz bi yerlerinize? Şimdi elinizin altında, cebinizin kıyısında ‘dünyalık’ peşinde koşan yeni yetme ‘havuzcu’ ergenlerinizle mi gideceksiniz gideceğiniz yere? O gideceğiniz yer bugün durduğunuz yerdir işte, görmüyor musunuz? Deniz bitti, bir milim ileriye gidemezsiniz artık! Bunu anlamak çok mu zor diyeceğiz ama biliyoruz ki en az bizim kadar biliyorsunuz kendi gerçeğinizi. Silah kullanarak silahları bıraktırmayacağınızı siz de biliyorsunuz ama bu ‘imkansız’ argümana bugün için ihtiyacınız var sadece. Savaş-Seçim ilişkisine bağlanmış SS’li kirli stratejiniz bunu gerektiriyor.
Bu açıdan bakıldığında, 90’lı yılların “tutarlılığından” bile uzaksınız aslında! Evet, köy boşaltmalardan faili meçhullere, bütün o ‘özel savaş’ yöntemlerinin bir ‘tutarlılığı’ vardı. Devlet yeneceğine inanıyordu o zaman! Her tür canavarlık dibine kadar kullanıldı, çünkü PKK’yi yeneceğine, tasfiye edeceğine inanıyordu. Olmadığı görüldü, deneyimlendi. Bu gerçek, bugün de aynı yerde öylesine dururken, açtığınız bu savaşın “silahlar bırakılıp gömülene kadar” sürdürüleceğine inanmamızı mı bekliyorsunuz?
Hayatın dilinden anlayın biraz, onun akışına aykırı şeyleri “kader” diye dayatmayın insanlara.
“Nerden baksan tutarsızlık” haliyle çırpınırken böyle, 90’lı yıllardan daha sahtekâr, daha çürüksünüz işte.
Düşün yakamızdan demiyoruz, düşeceksiniz!
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53
- Ferit Demir’e sallanan çekiç ve çekiçci! 26 Şubat 2023 04:40