12 Kasım 2013

Kızıldere\'nin rövanşı

HDP’nin oluşması, hızla siyasal bir bunalım içine giren vesayet sisteminin kırılmasında ve ulusalcılık/dincilik hegemonya darboğazının aşılmasında önemli bir olanak sağlamakta.
Proje tamam, şimdi herkesin omzuna düşen sorumluluk, onu hayata geçirmek ve içini doldurmak…
Bu aynı zamanda, Türkiye solunun 1971 darbesi sonrasından, bugüne devam eden ve parçalanarak çoğalma sürecinin sonlanmasına, kas dokularının yeniden güçlenerek onarılmasına olanak sağlayacaktır.
HDP’nin içinde,  son 40 yılın toplumsal direniş ve başkaldırılarının içinde yer alan geleneklerinin öz olarak hepsi yer almaktadır.
Bu oluşum, aynı zamanda Mustafa Suphi, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Laz İsmail, Behice Boran, Doğan Özgüden, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Dr. Şivan, Necmettin Büyükkaya, Mazlum Doğan ve diğerlerinin ideallerini geleceğe taşıma projesidir.
1982 yılında başlamış olan önemli bir birlik projesinin, 1980’li ve 90’lı yılların yarım kalmış birlik projelerinin bu kez gerçekten ete kemiğe bürünme olanağını sunmaktadır.
Ve bu birlik, sadece Türk/Kürt solunun toparlanması iradesinin ötesinde, halklarımızın dayattığı, ve özellikle içine girdiğimiz siyasal kriz içinde mutlaka başarmak zorunda olduğumuz bir yükümlülüktür.
Bunun başarılamaması durumunda, hesap verilecek merci ise, bizzat halklarımızın kendileridir.
1972 yılında Kızıldere’de iki önemli antifaşist direniş hareketinin, oluşum halindeki, ordu/parti/cephe geleneklerinin bize bıraktığı miras “halifelik” kavgalarının  ötesinde parçalandıkça parçalanma değil, birlikteliktir. Onlar Deniz’in yoldaşları olarak, bir Mahir Çayan, bir Cihan Alptekin, bir Ömer Ayna ölümü birlikte kucakladılar. Kimi Kafkaslardan, kimi Lazistan’dan, kimi Kürdistan’dan gelerek, Che’nin “Ölüm nereden gelirse gelsin” mottosunu tekrarlamışlardı. Ömer, DDKO’luydu, ama THKO, “dağlara” deyince, “Yok ben ayrı çıkacağım” dememişti.
Cihan ve Ömer Maltepe’de tünel kazarken, yok “Biz çıkacağız” dememiş, Mahir’i de davet etmişlerdi
Deniz, idam sehpasında sandalyesini, “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği diye” tekmelemişti.
Bir Sıtkı Coşkun, bir Veysi Sarısözen ,  Kızıldere olduğunda, Deniz idam edildiğinde, İstanbul’da fabrika önlerinde protesto bildirileri dağıtmışlardı.
Bir İbrahim Kaypakkaya, resmi ideoloji hakkında son hükmü verip, kopuşu ilan etmişti.
Necmettin Büyükkaya, bir Orhan Keskin, bir Mazlum Doğan, Kemal Pir ve diğerleri Diyarbakır Temerküz kampında devrimci onur için ölümü birlikte kucaklamışlardı.
Onlarla birlikte Der Zor’un sağ kalmış  çocuklarından bir Ömer Özsökmenler, bir İrfan Çelik, “nihayet” diyor, Özzümrüt ile birlikte.
Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş ve Hasan Telci selam diyor
Ertuğrul Kürkçü, yakasında 10 çiçekle TBMM kürsüsüne çıktığında, “Artık, 1972 Mart’ının yanıtı  verilecek” demiştim kendi kendime.
Kürt özgürlük hareketinin gösterdiği saygı ve yoldaşlık tavrı ile, post ve halifelik kavgası  yapanlar arasında nasıl bir nitelik farkı ve olgunluk var diye düşündüm bir an.
Kürkçü, uzun bir hapislik sürecinden çıktıktan sonra, hemen bize bir “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” armağan etti; kimseyi dışlamadan ve o zor dönemde özgürlük hareketini de yansıtma cesaretini göstererek.
Evet, Öcalan haklı, Kızıldere’nin rövanşı alınmakta.
HDP’nin yükselişi ve başarısı bunun mührü  olacak.

Evrensel'i Takip Et