14 Ekim 2013 11:37

Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner

Sabahın erken saatlerinde yoksul mahallelerden zengin evlere gündeliğe giden kadınların kollarının altında açılır kapanır plastik tabureler vardır. Görünce anlarsınız o yolculuğun hele de onca saat çalışıp eve dönerken nasıl bir eziyete dönüştüğünü.
Bir seferinde Kavakpınar’dan yola çıkmış bu kadınlardan birine sormuştum; “Hayatta en çok neden kurtulmak istersin” diye, “Bu tabureden” demişti. O tabure, kıyısına iliştirildiği kent yaşamının bütün zorluklarının simgesiydi çünkü. Üç kuruş para için çekilen çilenin, itilip kakılmanın, bir kenara sığışmanın, kendine o daracık alanlarda oturacak bir yer bulamamanın duygusunun sindiği bir eşya...
Başka neler yok ki, kent içinde görünmez kılınan varlığımızın yarattığı “hiçlik” duygusunun sindiği eşyalar arasında.
Mesela yakaya iliştirilmiş bir iğne, taciz anında saplayıvermek için...
Mesela büyük çantalar, elini kolunu sallayarak yürümenin ayıp sayıldığı sokaklarda “İşimdeyim gücümdeyim” demenin ve kalabalık erkek grupları arasındayken sıkıca sarılarak kendini güvende hissetmenin aracı olarak...
Mesela evin adresinin yazılı olduğu bir kağıt vardır cüzdanda, çocukların fotoğrafının hemen yanında, ne olur ne olmaz niyetine…
Pusetteki çocuğu ya da pazar arabasını korkunç kaldırımlardan ve yollardan aşıracak pazulara, topuklu ayakkabı ile yol arşınlamak için cesarete, tıklım tıkış araçlara binebilmek için sportif bir bünyeye, asfaltsız yollardan evin içine taşınan tozla baş etmek için sabra, ha bire kesilen suların evde yarattığı sorunları çözmek için iş bitirici bir zekaya ihtiyaç vardır.
Ve kadınların kent yaşamıyla imtihanı, bunların çok ötesinde zorluklarla bezelidir.
Kadınların mahalleden kentin ve memleketin bütününe değin, “cinsiyete özgü” nasıl sorunlar yaşadıklarını, dolayısıyla cinsiyete özgü nasıl gereksinimlere sahip olduklarını günün her anı gösteriyor bize. Ve bu cinsiyete özgü sorunların nasıl bir eşitsizlikten ve özgürlük yoksunluğundan beslendiğini de görüyoruz.
Eşitlik ve özgürlük dediğimiz, soyut değerler olmaktan öte, somut olarak yaşanan ya da yaşanamayan durumlardır. Bu nedenle yerel siyaset ve yerel yönetimler, kadınların yalnızca genel yurttaşlık haklarını kullanabilmeleri değil, “Nasıl yaşadıklarını” dert edinmek açısından da çok önemli.
“Yurttaş” dediğimiz yaşar! Ve bir “yer”de yaşar. Nerede nasıl yaşadığı da uzun ve zorlu, mücadelelerle elde edilen haklarını, hakkıyla kullanıp kullanamadığını belirler. Bu yüzdendir ki, yurttaşlıkla kenttaşlık arasında köklü bir ilişki vardır. Ama bu ilişki, kadınlar açısından hep karanlıkta bırakılmıştır.
Cinsler arası eşitlik politikaları söz konusu olduğunda ağırlıklı olarak kadınların yasalar karşısında eşitsizliğini, parlamentodaki düşük temsil oranlarını, yönetime, eğitime, iş gücüne ve toplumsal yaşama düşük katılımını tartışıyoruz. Bütün bu sorunların kadınların gündelik yaşamıyla ne kadar ilişkili olduğu; bu sorunların büyük ölçüde belirleyicisi olan engellerin kentlerde, kasabalarda, beldelerde, mahallelerde sessiz sedasız yaşanmakta olduğu genellikle ikinci planda kalıyor. Oysa yasal eşit yurttaşlık, kadınların yaşam koşullarının iyileşmesi için yeterli değil. Eşitsizlik yerel düzeyde ve somut olarak yaşanıyorsa, yerel düzeyde somut önlemler gerekli. Çok açık bir biçimde belli destek mekanizmalarının geliştirilmesine ihtiyaç var.
Ayrımcılığın, yoksunluğun, görülmemenin sindiği eşyalarla dolu “yurttaşlık” bavuluyla yürümek istemiyoruz biz artık.
Kent, aynı zamanda eşitlik ve özgürlüğün adımlarını atabileceğimiz bir yer olsun istiyoruz.
Bu yüzden de yaklaşan yerel seçimlerin, adayların köşe kapmaca oyunu olmasından öte anlamları var bizim için.
Yaşamımıza sahip çıkmak, önümüze çıkarılan engelli aşmak, omzumuza bindirilen yükleri azaltmak, daha iyi bir yaşam için kurumları değiştirip dönüştürmek için yerel seçimler bir olanak olabilir. Mesele, bu sürece nasıl müdahale edeceğimizde…
Bu konu daha çok yazı götürür. Bir yerden başlamış olalım.

Sevda Karaca

Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et