Dogmatik solcunun dediği ne ki?!
Fotoğraf: Envato
Turşudan şeker tadı alınır mı?
Son günlerde Başbakan’ı farklı formatlarla medyaya yansıtanlara göre, evet!
Onlar, Tayyib Erdoğan’ın Gezi süreci ve Suriye’ye savaş histerisiyle iyice perçinlenmiş o ‘otoriter’ gerçeğinden bir ‘şirin amca’ imajı pazarlamaya çalışıyorlar: Gözyaşlarını durduramayan bir içli baba, mahallelinin sevgilisi kalender bir Kasımpaşalı, parlak hikâyeleriyle ekranlara zuhur eden bir ‘Usta’!..
Şu sözler de işte o ‘Usta’dan: “Kasımpaşalılık verdiği sözü tutmaktır, tutmadığı sözün de bedelini ödemektir…” !
Pek güzel! Müzakere ettiğin Kürtlere verdiğin sözleri neden tutmuyorsun diye sorsak?… Anadilinde eğitim beklemeyin, barajı bile kaldırmam!
O halde, ‘Usta’ da diyor ya, her gerçek Kasımpaşalı gibi (!) tutmadığın sözün bedelini ödemek kalıyor geriye değil mi? Göreceğiz…
Bunu göreceğiz de, bizim bazı solcuların aklı selimle yollarının ne zaman kesişeceğini hiç göremeyeceğiz galiba!
Dogmatizmin zırhları içinde kasılıp kalmışların başından beri müzakere sürecine yaklaşımları şimdi gelinen noktada yeni bir evreye giriyor artık:
“Biz dememiş miydik AKP’yle pazarlıktan bir şey çıkmaz diye!”
Malûm, Kürt tarafı, bütün eşitsiz koşullara karşın, asgari bir çözüm arayışıyla yer alıyor süreçte. Hükümetin iflah olmaz pragmatikliği zaten ayan beyan… Kürt hareketini bu süreçte bir tür ‘müzakere vesayetine’ tabi kılarak pasifize etme amacı da cabası… Bunlar bilinerek girilen yolun bir hayli sıkıntılı olacağını Kürtlerin bilmemesi mümkün değil elbette. İşte, Cemil Bayık’ın “gerillayı durduruyoruz” açıklaması, Hükümetin tutumundan dolayı sürecin biriktirdiği sıkıntılara verilen bir tepki, bir uyarıdır: Ya müzakerenin gereğini yaparsın ya da bu oyunda bizi bulamazsın!
Şimdi “biz dememiş miydik” diye doğrulandıklarını zanneden dogmatik solculara sormak lazım: “Emperyalizmin işbirlikçisi AKP’yle çözüm mü konuşulur” diye akıl vermek; ya da savaşı durduran Kürt hareketini adeta ‘işbirlikçilik’le itham etmek, (siyasi ahlaksızlık dışında) siyaseten ciddiye alınabilecek ‘bir şey demek’ oluyor mu?
‘Sol’un müzakere sürecine yaklaşımının farklı olması anlaşılır elbette. Kürt meselesine ve Kürt hareketine mesafeler müzakere sürecindeki tutumları da belirledi. Ama bu farklılıklar bir yana, sürecin kendiliğinden sonuçlarını bile kayda değer bulmamak, değer biçmemek, değerlendirmemek doğrudan politik bönlükle ilgili olsa gerek. Evet, müzakereden hareketle Kürtlerin defterini dürmekle uğraşan, bu haliyle bile sürecin batıda mücadele zeminini güçlendirdiğini görmeyen, bunu önemsemeyen dogmatik solcuları karakterize eden de bu bönlük işte.
“AKP’nin bir şey vermeyeceği belli, o halde Kürtler neden savaşmıyorlar?..’ vb. sorularla meşgul olan, masayı bir an önce devirmelerini salık verenlerin, öncelikle müzakere sürecinin batıda açtığı siyasal çalışma zeminine yoğunlaşmaları gerekmiyor mu? Kaç aydır cenazelerin gelmiyor olması bile tek başına çok önemli bir avantajtır ama ‘solcu’ bunu görmüyor. Kürt ve Türk işçi arasında sızıp duran kan durmuş ve ‘solcu’ bunu görüp çoktan beri unuttuğu fabrikaların, sanayi sitelerinin yolunu tutmuyor da “AKP’yle görüşme olur mu” diye hesap soruyor! “Kürtler savaşa başlasın” mealli önermeler zûldur, ayıptır. Bu bir yana, kendi çalışma zeminini olgunlaştıran etkenlerden, dinamiklerden şikayetçi olma halidir.
Peki neden bu kendi ayağına sıkan şizofrenik durum? Açık değil mi; birincisi, Kürtlerle olan o bilindik geleneksel mesafe... Diğeri ise, Türkiye solcularının dogmatik bölüğü, Batı’yı, işçiyi, emekçiyi örgütleme perspektifini yitirmiş durumdadır. Kendisi için vardır. Sınıf mücadelesini kendisinden ibaret görür hale gelmiştir. Böyle olmasa, olgunlaşan çalışma zeminine odaklanmayıp, “Kürtler neden savaşmıyor?” diye sızlanıp durur mu?
Evet, defter dürmeden önce Kürdün hakkı teslim edilmelidir önce; batıda mücadelenin zeminine katkıda bulundular müzakereyle. Örneğin, Gezi direnişinin bu zeminle bağını kimse inkâr edemez herhalde. Bir sosyalistin müzakere sürecinin kendiliğinden doğurduğu bu avantajlara yoğunlaşması gerekmez mi? Bunu yapmayıp her zamanki gibi hayatla bağı olmayan soyut ezberlerle iştigal etmek sadece zaman tüketmek olmuyor. Öyle olsaydı, kendi sorunlarıdır deyip geçerdik. Öyle değil. Çünkü bu durum, ‘ulusalcı’ önyargıların sol saflarda yeni koşullarda yeniden üretilmesinin bir biçimi de oluyor. Bu da mesafelerin giderek açılmasını getiriyor. Nasıl mı? Evrensel’in çözüm tartışmalarına dair hazırladığı dosyaya görüş vermeyi bile reddeden TKP’nin durumu örneğin…
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53