23 Haziran 2013 03:51

Sahi, kask numaranız nerde sizin?!

Sahi, kask numaranız nerde sizin?!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gandhi’nin sözüymüş:
Uyuyan birini uyandırabilirsiniz ama uyuma numarası yapan birini asla uyandıramazsınız!
Gezi direnişinden yediği sarsıcı tokat sonrası iktidar mahfillerinin başvurdukları sürekli yalan hali, bu sözü hatırlatıyor biraz da. Sürekli yalan söylüyorlar ve söylediklerinin yalan olduğunu zaten bildikleri için de yalandan vazgeçmeleri, yalan söylememeye ikna edilmeleri mümkün değil. Tepeden tırnağa yalana kesmiş bir yalancılar ve yalakalar çarkı, döndükçe dönüyor. Bütün bir topluma savurduğu yalan balçığıyla, ilk elden kendi kitlesini ayakta tutmayı, konsolide etmeyi temel amaç edinmiş bir çark bu.  Y(andaşlık), Y(alancılık), Y(alakalık); özetle YeYeYe türü, çarkın dişlileri olarak durumdan vazife çıkarmış, teyakkuzda…
Direniş nasıl yaratıcılık çıtasını ha bire zorlayıp yükselttiyse, bu YeYeYe’ciler de iktidarı savunurken pespayelik çıtasını alçalttıkça alçaltıyorlar.
Şu alt alta sıralayacaklarımız, isimlerinin başında “Yazar” ve “Prof.” yazan iki adet yalakanın, sadece iki saatlik bir tv programında icra ettikleri vazifeden derlediğimiz küçük bir bölüm:
- Askeri vesayet çökmese, Barış süreci olmasaydı, Gezi gibi bir sivil direniş olur muydu hiç? Peki bunları gerçekleştiren sayın Başbakan değil mi?.. (Gördünüz mü, Başbakan’ı Gezi direnişinin önderi ilan edecekler nerdeyse; ne kadar mahcup olsak azdır yani!)
- Bir komplo olduğu çok açık. Polisin nasıl tepki vereceği iyi hesaplanmış. Kaldı ki, polis seyirci kalsa, ona maaş veren halk ‘ben sana şiddete göz yumasın diye mi maaş veriyorum’ demez mi?!..
- Bir darbenin nasıl kotarıldığını Türkiye çok yaşadı. Bu da gerici bir kalkışmanın bütün verilerini içeren bir hareketti. (Aklımıza yanalım, bütün o polis vahşeti  ‘gerici bir kalkışmayı’ bastırırken ilericimiş demek ki!)
- O duvarlara yazılan küfürler de, sayın Başbakanın bu ülkeye kazandırdığı özgüvenden kaynaklanmıyor mu zaten!.. (Bazıları için, ‘tükür yüzüne, yarabbi şükür der’ denir ya, öyle işte…)
- Başbakanlık ofisi kuşatıldığı için sayın Başbakan “çapulcular” demişti.
- Başörtülü kadınlar, hem de çocuklarıyla birlikte, sokaklarda zulme uğradılar da sayın Başbakan öyle sertleşti…    
- PKK içinde çözüm sürecine muhalif bir takım unsurların bu dönemi fırsat bileceklerini de unutmayalım lütfen!..
- Sayın Başbakan tek adam değildir, istişare toplantılarında saatlerce herkesi dinler…
- Tamam, sayın Başbakanın dili biraz sert olabilir ama her defasında uygulama o dille hiç bağdaşmaz yine de! (Sertlikle bağdaşmayan uygulamaya bakar mısınız: Dört ölü, 7 bin 822 yaralı, 2 bin 448 gözaltı, gözünü yitiren 11 insan, 100 kafa travması…)
- Aşırı şiddet kullanan polislerle ilgili soruşturma açılacağı söylendi zaten! (Ona ne şüphe! İşte son örnek; Bingöl’de, 14 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz etmekten yargılanan 4 uzman çavuş serbest!)
Daha neler neler… Ama bu kadarı yeterdir herhalde, bu ‘yaratıcılık’ sefaletinin nasıl bir sığlıktan beslendiğini anlamaya… İçinden ‘sayın Başbakan’ geçmeyen iki cümle kuramama bağımlılığı ancak böyle bir pespayelikle mümkün olabilirdi zaten…
Şimdi el insaf, “Erdoğan’ın g…nün kılıyım” diyen o gariban kadının, bütün bu YeYeYe esnafı prof, yazarlardan en azından daha açık sözlü olduğunu kim inkâr edebilir? Bunlar ‘maaşlılar’ elbette ve evet ‘kıl’ olduklarını itiraf edecek kadar açık sözlü değiller ama!
Böyle savunulan bir iktidar ve onun başı, peşinen şüphe çekicidir aslında. Çok örneği vardır Türkiye’nin tarihinde, ancak bir “tek adam” böyle savunulabilir çünkü.  
Kendisini savunan rejim, çok çarpıcı bir ‘polisleşme’ sürecini gereksiniyor artık.
Yirmi gün boyunca TOMA’lardan saçılan kimyasallar, fütursuz yalanın yüzsüzlüğüyle iç içe geçiyor şimdi.
Her yalancı, TOMA’nın içinden dünyaya bakan, hayata düşman bir zaptiyeye dönüşüyor.
Siz hangi TOMA’nın içinden yazıyorsunuz bunları efendiler?
Hangi tür gaz fişeğinin dumanından esin alıyorsunuz?
Sahi kask numaranız kaçtı sizin, neden yanınızda taşımıyorsunuz?!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa