Vicdandan ve siyasetten kaçmak
Söylenecekler, canlı ve ama kanlı (evet maalesef kelimenin gerçek manasıyla, kanlı!) hayatın hafızasından süzülerek söylenmeli. Malum, bir avuç ‘mutlu azınlık’ dışında, bu ülke insanları çok kötü şeyler yaşayıp çok acı çektiler. Bu bol felaketli bilançodan herkesin payına farklı şeyler düştü. Öncesi bir yana, son 30 yılda çok şey kaybetti herkes. Kürtler ise “ek olarak” canlarını yitirdiler! Ajitasyon değil bu, çıplak gerçek; inkâr siyasasına direnmek için can verdiler. Rakamlarla ifade etmesi bile ayıptır, çok can…
Şimdi en azından can yitirmeden hak arama aşamasına geldiklerini, böylesi bir siyasal güç ve birikime eriştiklerini düşünüyorlar. Bundan sonrasına dair kurulacak cümleler, “e siz canınızı yitirmeyeceksiniz diye AKP gibi, Amerikancı-neo liberal, piyasacı, gerici bir partiyle barış masasına oturmanızı hoş mu görelim?” gibisinden bir “alt-okumaya” konu olacaksa, ortada, en hafif deyimle bir vicdan sorunu var demektir.
Söylemlerine düştükleri dipnotlara karşın bazı solcuların da muaf kalmadığı bu vicdansızlığın politik boyutlarını geçelim. Sürecin mutlak surette AKP’ye pozisyon kazandıracağı ön kabulünden hareketle, Kürdün (ve tabii ki Türkün de) can vermeye devam etmesine denk düşen bir reddedişin nasıl bir ‘solculuğa’ işaret ettiği açık olsa gerek. Hadi AKP pozisyon kazansın, peki (mücadelenin değil) iç savaşın dineceği bir gelecekte, ‘sol’ hiç mi pozisyon kazanmaz? Savaşın bitmesine dair, ön yargıların ötesindeki ‘makul’ tasavvurların hiç birinden solcuların ürkmesini gerektirecek bir durum yoktur. Savaşın sürmesinden korkulmalıdır ama...
Şimdi Kürde dönüp, “hep çözüm, barış diyorsun ama Başkanlık hesaplarını görmezden geliyorsun” diye şimdiden çemkirmenin, bahsettiğimiz hayat ve vicdan boyutuyla da problemli olduğunu söylemek “liberalizm” sayılmasa gerek! AKP’nin “Türk usulü Başkanlık” amacına karşı olmak ile Kürt meselesinde çözüme dair silah yerine siyasal yöntemlerin önerilmesi arasında, kronik önyargılarla beslenmiş bir neden-sonuç ilişkisi kurmanın alemi var mı? E AKP’nin yaklaşımı böyle ama! Doğrudur, Başkanlık hesaplarını gündemdeki müzakere ve çözüm sürecine iliştirmeye çalışıyor AKP. Ama sürecin ana halkasının da Başkanlık hevesi olduğunu söylemek, “bu süreç ‘Başkanlık’ için başlatıldı” demek de pek zayıf bir hareket noktasıdır. Ki, Kürt sorunu gibi, yapısal-kurucu-tarihsel bir sorunun çözümü iddiasıyla harekete geçmek (her ne kadar ‘minimum çözüm’ hedefleniyorsa da) öyle sadece Başkanlık hesapları için girişilecek bir oyun olamaz. Çok daha köklü zorunluluklar ve siyasal rezervler vardır arkasında.
Ama dediğimiz gibi, AKP, Başkanlık işini sürece monte etmeye, eklemeye çalışacaktır. Bu pragmatizm elbette kabul edilemez ve ne ölçüde karşılık bulacağı da müzakere içi mücadeleye bağlıdır. Başta Kürtler, demokrasi ve barış güçlerinin sürece ilişkin tutacağı ana halka Kürtlerin haklarıdır. Yani aynı sürecin taraflara, aktörlere göre farklı boyut ve tutamakları olacak ve her aktör kendi gerçeğine göre bir halka yakalayıp süreci oradan zorlamaya çalışacaktır. Politik mücadele de böyle yapılıyor zaten. Özetle, AKP Başkanlık hayalleri kuruyor diye, çözüme dair müzakereleri de içeren yeni mücadele sürecine seyircilik yapmak, küçümsemek, hele karşısında durmak, AKP’nin elini güçlendiren bir doğmatizmdir.
AKP’nin de, onun arkasında duran güçlerin de elbette özel hesapları vardır, olmaması düşünülemez zaten. Ama hesap yapmak sadece egemenlerin işi midir? Herkesin bir hesabı vardır. Süreçten ve sürecin ‘tarafı’ olmaktan kaçmak, siyasetten kaçmaktır. Lafını etmekten başka, işçi sınıfını örgütlemek gibi, güncel, fiili bir derdi ve yönelimi olmayan, dolayısıyla Kürt meselesinden hareketle sınıfın sendikal bürokrasi ve burjuva siyaseti eliyle nasıl geri bir siyasal pozisyona itildiğini, nasıl kilitlendiğini yerinden göremeyen ‘dezenfekte solculardan’ değilsek, siyasetten kaçamayız zaten…
Evrensel'i Takip Et