09 Şubat 2013 09:37

'Çözüm süreci'nde çözümsüzlük iştahı!

'Çözüm süreci'nde çözümsüzlük iştahı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başbakan’ın söylemleriyle hayata yansıyanlar arasındaki mesafe, ‘görüşme süreci’nin kritik bir ‘insiyatif’ sorununun olduğunu gösteriyor. Hükümet’ mahfillerinin “hassas süreç”  söylemlerinden murad ettikleri de bu aslında: Sürecin insiyatifinin daha en başta bir an olsun elden bırakılmaması ve artık açığa çıkmış bazı çözümsüzlük kriterlerinin de mümkün olduğunca “çözüm sürecine” yedirilmesi... Ve sürüp sürmemesinden bağımsız olarak, bu süreçten her halükârda siyasal rant devşirilmesi…

‘İmralı süreci’nin başından bu yana söylediklerinin özeti şöyledir Başbakan’ın:  “Kürt sorunu değil, terör sorunu ve benim Kürt kardeşlerimin sorunu vardır... Bizim illegal bir örgütle anlaşma masasına oturmak gibi bir derdimiz asla olamaz... (İmralı’ya) kimin gidip gitmeyeceği konusunda hassasiyetimiz vardır. Çünkü bir çözüm sürecini başlatmış bulunuyoruz. Bu sürece; söylemleriyle, fiilleriyle gölge düşürecek olanlarla kaybedecek vaktimiz yok.”

Özetlenen bu cümleler buram buram ‘çözümsüzlük’ tütmektedir. Ama ‘yeni’ olan, bu sözlerin bir “çözüm süreci” içinden dillendiriliyor oluşudur! “Sürecin selameti için”, görünürdeki gelişmelerin bir tür “şifre çözümünden” geçirilerek okunması gerektiğinden bahsediliyor ya bu aralar, özetini yaptığımız bu yaklaşımın okunması için çok da “şifreci” olmaya gerek yok herhalde.

En başta, meselenin halen bir “terörle mücadele” başlığıyla ifade edilmesindeki ısrar, “Türk kamuoyunu ikna etmek” amacıyla açıklanamayacak kadar tehlikeli ve elbette “hassas” boyutlar içermektedir. Çözümsüzlüğün toplumsal dayanağını pekiştirmek için yıllardır kullanıla gelen temel argüman durumundaki “terörle mücadele”nin kendisi başlı başına bir sorundur zaten. Bir stratejik eksen ve de algı olarak sorunun kaynağı durumundaki bir yaklaşımla “çözüm süreci”ni tanımlamak, dediğimiz gibi, çözümsüzlük kriterleriyle sürece yaklaşmak olmuyor mu? Hareket noktası “terörle mücadele” olduğu içindir ki, “bir an önce silahların bıraktırılması”na  yoğunlaştırılmış ve ama ‘eşitliği hedefleyen-eşitlerin müzakeresi’ne uymayan o dayatmacı, nobran yaklaşım devam etmektedir.

Devam ettirilen başka şeyler de var elbette. “Kürt sorunu yok” demekle o malum, “kolektif değil bireysel sorun ve haklar” reçetesinin altı bir kez daha çizilmiş oluyor… Yine, “şahin-güvercin” ayrımı ya da “muhatap kim olacak” tartışmaları üzerinden hareketin içine oynama “hobisi” de bırakılmış değil. Böylesi süreçlerin savaş dönemlerinden daha sonuç almaya müsait olabileceği de göz önünde bulundurularak, Öcalan ile PKK arasında ya da BDP içerisinde gerilim yaratmayı gözeten bir yönelim özellikle sürdürülmektedir. İmralı’ya kimin gideceği tartışmasının bir boyutu da budur herhalde. Sadece bu değil ama. (Öncelikle, İmralı trafiğinin durmasının “kim gidecek?” belirsizliğinden kaynaklandığına inanmak çocukluk olur. Bu değil. Sorun, İmralı’daki “muamma” görüşmelerin seyrinde olmalıdır. Öcalan’la devletin ikili temaslarında, PKK’yle paylaşılacak “olgunlukta” bir sonuç çıkmamış demektir halen. “Bir an önce silahları bıraktır” dayatmacılığının sıkıntısıdır yaşanan.)
Başbakan’ın “gidecek heyeti biz belirleriz” vurgularının, sürecin insiyatifini elden bırakmama “titizliğiyle” birlikte, bir diğer boyutu da (daha önce Leyla Zana tartışmasında da gördüğümüz) ‘kurumsal’ muhatap almama kaygısıdır. Hele Öcalan’la görüştükten sonra, PKK de dahil, hiçbir Kürt örgütlülüğünü ‘kurumsal’ kimliğiyle muhatap almamak, özel bir yaklaşım olmaktadır. Devletin Kürt politikasına dair o malum kodlarından biri de bu değil miydi zaten? Çözüm beklentisini büyütürken, Kürdün örgütlü birikimini, örgütlü kazanımlarını yok sayarak etkisizleştirmek ve şimdi Öcalan’ı muhatap alarak diğerlerinde bir tür ‘gereksizlik’ duygusu yaratmak…

Evet, ‘görüşme süreci’nin en temel handikapı, Hükümet’in ‘insiyatif’ almada bu denli “aç gözlülüğü”dür! Barış ve çözüm isteğinden değil, sorunu ötelemecilikten, tüccar pragmatizminden, punduna getirmekten ilham alan bir ‘iştah’ bu. Ama, “cin şişeden çıktı artık, geri dönüş yok” diyen Başbakan’a, “İnsanlar tarihlerini kendileri yapar ama koşullarını kendileri belirlemez” mealindeki Marks’ın sözlerini hatırlatmak gerekiyor herhalde. Bu sözden hareketle; yapılmak istenen ile ortaya çıkan arasında her zaman bir mesafe olacağını ve bu sonucun da her zaman “kontrol altında” tutulma zorunluluğu olmayacağını biz bilelim de varsın Başbakan hiç bilmesin!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...