Cinayetin yol haritası

Paris’teki cinayetin zanlısı Ömer Güney’in profili ortaya çıktıkça, Hükümet çevresinin daha en baştan özellikle dillendirdiği, “örgüt içi infaz” tezi tamamen çöktü. Rolü ne olursa olsun, kamuoyuna sunulan bu isim, gerçek fotoğrafın minimum kısmı. Bir gladyo organizasyonuyla karşı karşıya olduğumuz kesin. ‘Ankara’ bağlamı artık daha bir belirgin. Ama bu ‘işin’ tek boyutlu olamayacağı, Türkiye’nin rolünün de mutlaka başka dayanak ve uzantıları gerektirdiği tahmin edilemez değil…
Kürt basınının önemli ismi Ferda Çetin, “Neden ABD’nin ismi hiç geçmiyor?​” başlıklı yazısında (Yeni Özgür Politika) başka bir mecradan bakmayı öneriyor: “Değerlendirmelerin ekseriyeti bu cinayetle amaçlananın, henüz yeni başlayan Türk-Kürt müzakerelerinin provoke edilmesi üzerine kurulu. Hükümeti ve PKK’yi, daha başlarken zorda bırakarak, savaşın sürmesini isteyen güçlerin işi deniliyor.
Bu cinayetle Öcalan ve PKK’ye, Erdoğan ve devlete aynı anda, ortak ve tarafları aynı şiddette etkileyecek bir mesaj falan verilmiş değildir. Mesaj tek taraflıdır; Öcalan’a, PKK’ye ve Kürt halkınadır…”  diyor Çetin. Mesajın, Avrupa’da da dahil, can güvenliğinin siyasi taleplerin önüne geçirilmesini sağlamaya dönük olduğunu, “can derdine düşmüş” bir siyasal güçle müzakerenin daha kolay olacağını söylüyor.  Erdoğan’ın “nerede olurlarsa olsunlar, inlerinde rahat edemeyecekler” açıklamasını hatırlatan Çetin, tam da bu noktada ABD’ye işaret ediyor. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin o malûm açıklamasını hatırlatıyor. PKK yöneticilerine karşı Türkiye’ye “Bin Ladin” taktiği önerdiklerini, Türkiye’nin ise bu öneriyi kabul etmediğini…
Paris’teki cinayetin ABD tarafından görmezden gelindiğini de belirten Çetin soruyor: “Yoksa katledilenler ‘Ladin taktiği’ ile katledilmeyi haketmiş kişiler miydi? Olayın içinde ABD yetiştirmesi Türk Gladyosu olduğu için mi ABD olayı görmezden geliyor?​”
Yine aynı gazeteden Dr. Mustafa Peköz de 22 Ocak tarihli yazısında, Sakine Cansız’ın Avrupa’da yıllardır CIA’nın hedefinde olduğunu Wikileaks belgelerine dayandırıyor. 2007 yılı tarihli, gizlilik damgası taşıyan ve kodlanarak Amerika’nın Ankara Büyükelçiliğinden gönderildiği anlaşılan raporda şunlar belirtilmiş: “…Avrupalılar ile çalışmalarımıza daha fazla odaklanmak gerekir…Şimdi bizim odağımızı iki ana hedef olan Rıza Altun ve Sakine Cansız’ın tespitine ve takibine daraltmamız gerekiyor. Önceki tutuklamalar göz önüne alındığında, onlara karşı davalar başlatıldı. Biz, bu iki teröristin hapsedilmesini sağlamak için olabilecek en kapsamlı dosyaları hazırlayarak ve Avrupa’daki istihbarat örgütleriyle ve emniyet güçleriyle koordinasyonu sağlayarak yardımcı olabiliriz…”  
Cansız’ı 2007 yılından beri hedef yapıp izleyen CIA’nın bu yönelimini “PKK’nin stratejik örgütlenmesine ve ideolojik merkezine yönelik belirlenen saldırı konseptinin bir halkası” olarak değerlendiriyor Peköz. Ve cinayetin patentine ilişkin ekliyor: “Türk kontrgerillası, bu sürecin aktif gücü olmakla birlikte, buna yön veren, etkileyen ve yönlendirenlerin uluslararası istihbarat güçleri olduğunu bilmek gerek.”  
Peki, ABD’nin yıllara dayanan izlemelerine, ‘bin Ladin taktiği” önerilerine rağmen, neden şimdi?
Bu ‘gecikme’nin bir tür ‘ikna’ sürecinden kaynaklandığını da Fehmi Koru’dan öğreniyoruz. Taha Kıvanç adıyla yazdığı makalesinde, bir “dostuna” (!) dayandırarak şunları söylüyor: “Dostuma göre, Fransız polisinin cinayete dönük açıklaması, başını ağrıtan terörü bitirmek için Türkiye’nin şimdiye kadar direndiği yönteme nihayet başvurmasına Françoise Hollande yönetiminin desteği veya karşı çıkışı anlamına gelecek.”  
Neymiş? Türkiye şimdiye kadar direndiği yönteme nihayet başvurmuş! Yöntemin ne olduğu ortada… Kim tarafından önerildiği de… Şimdi Fransa’nın bu yöntemi destekleyip desteklemediğini öğreneceğiz. Nasıl? Cinayetin soruşturmasında takınacağı tutum ve yönelimle elbette. Bunun ne tür kirli pazarlıklardan geçtiğini ise söylemeye bile gerek yok.
Bir başka soru ise Türkiye’yi ve ABD’yi bu cinayetin sorumluluğundan başından beri ‘muaf’ tutan yaklaşımın gölgesinde şekilleniyor: Tam da (ABD’nin de telkinleriyle) çözüm için görüşmelere başladığı bir dönemde Türkiye neden böyle bir işe kalkışsın?
Yanıtını Hükümetin, Başbakan’ın ‘görüşme sürecine’ ilişkin yaklaşımında görüyoruz zaten. Hareket noktası, Kürt sorununun çözümü değil de “terör örgütüne silah bıraktırılması” olunca; Paris’teki gladyoculuk da, Kandil’e yönelik en kapsamlı saldırılar da, çetelere tank tahsis edip Serêkaniye’deki Kürtlerin üzerine saldırtmak da “müzakere”nin gereği oluyor işte!

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et