Biraz da anlamak!..
Fotoğraf: Envato
Geçen hafta, İmralı görüşmelerinden hareketle, sürecin sadece “AKP-ABD’nin hesapları” baz alınarak okunamayacağını, bütün o hesapların da aslında bir zorunluluk üzerinden şekillendiğini, bunun da Kürtlerin kırılamayan direngenliği ve mücadelesi olduğunu belirtmiştik. “Kürtler mutlaka yedeklenecek” ön kabulünün de işte bu gerçeğe değer vermemekten kaynaklandığını söylemiş, tarihin hep egemenlerin istediği biçimde belirlenemeyeceğini hatırlatmıştık. Bunun da öyle “yan hakem” gibi kenardan izleyip itham ederek değil, Kürtlerin mücadelelerine ortak olmaktan ve de mücadele edenlere biraz güvenmekten geçtiğini vurgulamıştık.
İsim vermek gerekmiyor, Kürtler ve Kürt meselesi söz konusu olduğunda bu söylediklerimizin muhatabı olabilecek türden solcuların olduğu biliniyor. Tipik bir örnek olması açısından, yazımıza gelen bir eleştiri e-postasından aynen aktaralım: “Devrimcilere karşı bu ön yargı ve kötü niyetinizle ne yapmak istiyorsunuz? ‘Mutlaka şöyle diyeceklerdir, şuna hazır olalım’ demek, artık iflah olmaz önyargı ve kötü niyetinizin ifadesidir. Devrimciler elbette kendi özgüçleri dışında kimseye güvenmezler. Hele sizin gibi, AKP’ye güvenmez, “İmralı’ya güven, gerisini merak etme sen” demezler…”
“Elbette başkasına güvenmeyiz” diyerek güvensizliğini ifade etmeden hemen bir satır önce bizi “önyargılı olmakla” eleştirmek gibi bir “minik” çelişkiyi geçelim; tam da kastettiğimizin nümûnesidir bu üç satırlık yaklaşım…
Öncelikle, söz konusu yazımızda AKP’ye güvenmenin zerresinin olmadığını anlamak için asgari bir dikkat yeterlidir herhalde. Geçelim bunu… İkincisi, Kürt tarafı için yaptığımız ve yazının başlığına çıkardığımız ‘biraz güven’ hatırlatması da hem öyle dayanaksız değil ve hem de bu görüşme süreci sonunda Kürt özgürlüğünün mutlaka sağlanacağına dair bir ‘iddialı beklenti’ de içermiyor. Ucu açık bir süreçtir, mücadele gerektirir ve bu mücadelenin içinde, yanında olmak gerekir. Kenarda durup itham ederek olmaz diyoruz, “İmralı’ya güven, gerisini merak etme sen” gibisinden düzeysiz okumalarla karşılaşıyoruz. Bu ve benzeri yaklaşımlarla ‘düzeyli’ tartışmalar yapmak da mümkün olmuyor tabi. Bu ülkede egemenlerin, iktidarların Kürde dair tarihsel samimiyetsizlik ve güvensizliğinin sirayet ettiği geniş bir toplumsal kesim var ve bir kısım ‘solcu’ da şu ya da bu ölçüde payını almış bu durumdan. Anlamak, değişmek değil, önyargı ve güvensizliklerini kanıtlamak ve pekiştirmek yönlü bir fikri sabitle olgulara yaklaşıyorlar.
Bu bağlamdan hareketle, Türkiye’de Kürtlere güvenmek bir ‘sorun’ teşkil etmedi hiçbir zaman. Keşke böyle bir sorunumuz olsaydı; yani Kürtlere güvenmek toplumsal ölçekli bir sorun yaratsaydı keşke! Tersi doğrudur ama. Yani Kürtlere güvensizlik bir sorundur, hem de toplumsal bir sorun. Birçok melanetin, uğursuzluğun kaynağında bu sorun vardır. 80 yıldır körüklenen, kışkırtılan bir güvensizliktir bu. TC devletinin yapısal harcına karılmış ve oradan toplumsal dokulara pompalanmış, son 30 yılın mücadelesi içinde daha bir kronikleşmiş bu güvensizlik bir vakıa iken, ‘mücadele edene biraz güven’mek göz çıkarmaz!
***
Kürt özgürlüğüne, Kürt devrimine adanmış bir ömür… 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanlarından Kürt dağlarına, Kürdistan kentlerinden Avrupa metropollerine, ulusal özgürlük mücadelesinin her alanında iz bırakmış tam bir dava insanı… Sakine Cansız, iki kadın yoldaşıyla birlikte Paris’te klasik bir gladyo cinayetiyle katledildi.
Barış umuduna, barış olasılığına yönelik bir siyasi cinayettir… Olağan şüphelileri ortadadır… Daha kanları yerdeyken, “iç hesaplaşma” karartmasıyla cinayetin üzerine atılanlar (yarın hiç ilişkili olmadıkları ortaya çıksa bile) ilk elden zanlıdırlar… Çözüm için, PKK yöneticilerine ‘İsrailvari’ nokta operasyonları yapılmasını öneren polis yazarları hatırlayalım. “Paris şimdi daha güzel” kelamları yapan aşağılık takımı da bu türdendir… Daha birkaç ay öncesinde, bizzat Büyükelçisinin ağzından, “Türkiye’ye PKK’ye karşı daha etkin yöntemler önerdik” itirafında bulunan ABD’nin bu işin neresinde olduğu da ayrı bir sorudur. Bir yandan başlatılmış olan görüşmeleri içeren “entegre strateji”nin bir parçası da böylesi aptalca canilikler midir yoksa? Yanıtını bizzat Hükümet’in bu görüşme ve olası müzakerelerde takınacağı tutumdan öğreneceğiz. Tasfiye mi çözüm mü? sorusuna verilecek yanıttan... Başbakan’ın dediği gibi, “silahlarını bırakıp ülkeyi terk edenlere operasyon yapmayacağız” şeklindeyse olacaksa eğer, bu stratejilerin sahiplerine de bir hayrının dokunmayacağını şimdiden söyleyebiliriz…
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53