Biraz 'güven' lütfen!
Fotoğraf: Envato
Bir siyasal hareketi en iyi kim tanır? Kuşkusuz ki o hareketi yönetenler. Peki bir siyasal hareketin gücünü en iyi kim bilir? O siyasal hareketin mücadele ettiği, savaştığı düşmanı. Kürt siyasal hareketinin gücünü en iyi bilen Türkiye Cumhuriyeti devletidir desek abartmış olmayız herhalde. En azından bazı Türk solcularından daha iyi bildiği kesindir. 30 yıldır savaşmaktadır. PKK ile devlet-hükümet arasındaki her görüşme ve müzakere olasılığı dönemlerinde solcular arasında gözlemlediğimiz bir tür yaklaşım var ki, insanda “Kürtleri en azından devlet kadar tanısalar, bilseler” duygusu yaratır.
İmralı’yla görüşme trafiği başladı ya, şimdi bir kısım solcudan aşina yorumlara hazır olalım yine: “İşte olacağı buydu, Kürt milliyetçiliğiyle buraya kadar, BDP-AKP el ele, vb…”! Hareket noktaları farklı olsa da, İP’çi-TGB’cilikle benzer algılamalara tekabül eden bu türden akıl fikir fukaralıklarıyla belki kafalar bulandırılabilir ama asla AKP’ye muhalefet yapılamaz. Malûm ‘Ergenekoncu’ siyasete ne diyelim ki, onların ‘orducu’ genetiklerinde tarihsel bir Kürt karşıtlığı kazılı zaten. Sözümüz, Kürt hareketine baktıklarında gerçekte yüzer gezer bir ‘Kürt milliyetçiliği’ gören/görmek isteyen, ordaki özgürlük ve demokrasi taleplerini, örgütlü halk dinamizmini önemsemeyen ve ama enternasyonal sosyalistliği ve devrimciliği adeta üzerlerine tapulamış doğmatik solculuğa…
Onlar için süreci açıklamak çok kolaydır: Kendileri gibi ‘sosyalist’ olmadıkları için, Kürtlerin kandırılacağını, uğursuz hesaplara meze yapılacağını, AKP’nin hesaplarını destekleyici bir rol oynayacaklarını, emperyalizmin yörüngesinden zaten kurtulamayacaklarını… peşinen söylemek mümkündür! Son İmralı görüşmeleri de ‘örtülü’ olan bu niteliği artık açığa çıkaracaktır herhalde! Bu kadar basittir işte!..
Hayır, bu kadar basit değil! Hele sosyalist yaklaşım bu kadar basit ve karikatürize olmamalı. Süreci, 30 yıllık can pahası bir mücadelenin dayattığı ihtiyaç ve zorunlulukları öteleyerek, sadece devletin ve ABD’nin ‘derin’ hesaplarıyla sınırlı bir değerlendirme, en hafif deyimle, egemenin mutlak belirleyiciliğine odaklı bir ‘kaderciliktir’. Koca devleti yıllardır tecritte tuttuğu “terör elebaşına” el açtıran o direngenliği, son iki yılın bel bağlanılan ünlü ‘entegre strateji’sini paçavraya çeviren o muazzam savaş ve mücadele gücünü es geçip, AKP’nin psikolojik harbine prim yaptıracak bu ‘kaderci’ zaviyeden bakmak, evet, doğmatiktir ama zerre kadar da ‘muhalif’ değildir.
Elbette hesapları vardır AKP’nin. Olmaz mı? En başta, Kürt hareketinin unsurlarını birbirine karşı istismar etme niyeti vardır, vs. ABD’yle eşgüdüm var mıdır, vardır mutlaka… Samimiyet mi? Hiçbir egemen samimi değildir, olamaz zaten. Samimiyet olsaydı, bırakın çözümünü, Kürt sorunu baştan olmazdı zaten. Tarihseldir bu samimiyetsizlik ve asla samimi değildir AKP. Füze sistemleri için ihaleler açanların, ‘milli’ tanklarıyla övünenlerin, Suriye’deki Kürtleri bir kaşık suda boğmak isteyenlerin; patriotlanmış Natoculuklarıyla, nereye harcanacağı malum örtülü ödeneklerini kat be kat arttıran bir savunma ve savaş bütçesiyle hangi mecralarda koşacağı belli olanların samimiyetle barış isteyeceğini, Kürt meselesinin gerçekten demokratik çözümüne istekli olabileceğini kim iddia edebilir?
Bunları biliriz ve ama siyasal süreçlerin niyetlerden çok zorunluluk ve güç ilişkileri üzerinden belirlendiğini hatırlatırız. İşte AKP Hükümeti’ni bu son arayışa iten de sadece kendi özel ihtiyaç ve hesapları değildir. Yenemediği, tasfiye edemediği, dağıtamadığı Kürt hareketinin ve Kürt sorununun artık bambaşka noktaya gelmiş olmasının dayattığı zorunluluktur. Kürt sorunu aynı profilde sürdürülemezdi; Türkiye ya bu sorunu çözecek ya da bu sorun Türkiye’yi çözecektir. Devlet aklı da bunu ilelebet görmezlikten gelemez elbette. İşin bu boyutunu unutmamalıyız. Ve durumu sadece AKP-ABD’nin hesapları üzerinden kilitleyemeyiz. Hesabı olan sadece AKP mi? Kürt özgürlük hareketinin de hesapları var, yıllara dayanan mücadele ve talepleri var. “AKP Kürtleri yedekleyip Ortadoğu gücü olacak” diyenler, tarihin hep egemenlerin istediği biçimde belirlenemeyeceği gerçeğini hatırlatalım. Yedeklemeye çalışanların karşılarında öyle çoluk çocuk da yok!
Yani, bu görüşme ya da başlama olasılığı olan müzakerelerden ille de egemenlerin tek kazançlı olacağını kimse peşinen söyleyemez. Süreç, Kürtlerin haklarına dönük bir barış ve müzakere sürecine dönüş(türül)ebilir. Bu da kenarda durup itham ederek, mızırdanarak değil, Kürtlerin mücadelelerine ortak olarak, mücadele edenlere biraz güvenerek olur. Söz çok, yer yok; haftaya devam…
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53