Adalet Bakanı’nın verdiği sayıyla 683 Kürt tutsak gün be gün ölüme yürüyor… Başbakan ise ‘kuzu kebabı’ tartışmasıyla, hepimize tam da ‘laf kebabı’ yedirtmeye çalışıyor. Yiyen yiyor. Başbakan’ın, ellerine avuçlarına koyduğu ne varsa peşinen yemeğe hazır bir zevat var ne de olsa. “Açlık grevi yok, herkes her şeyi yiyor” sözleri bu ‘tür’e yönelik olmalı herhalde!
Dünyanın gözü önünde yapılan bu çarpıtmayı nasıl açıklamalı peki? Bir gerçeği algılamamak mı? Sanmıyoruz; algılamamaktan değil, beğenmemekten. Başbakan gerçeği beğenmiyor! Ve bu gerçek üzerine ‘karartma’ yapıyor. Yok sayıyor. Kendi hayalinin peşinde koşuyor. Biliyor çünkü; bu kez de açlık grevi biçimiyle iktidarın ve giderek bütün bir toplumun yakasına yapışan, o 683 tutsak değil sadece, bütün bir Kürt gerçeğidir. Başbakan’ın beğenmediği de Kürt gerçeğidir!
Evet, bu bir açlık grevi değil sadece. Cezaevlerindeki yüzlerce tutsağın değil, 30 Ekim’de bir kez daha görüldüğü üzere, yüzbinlerce Kürdün eylemidir. Bir “öncü grup” işi değil, bir halkın mücadelesine konu olan talepler üzerinden bu kez cezaevlerinin de harekete geçmiş olmasıdır. Cezaevlerinin harekete geçişi tesadüfi de değildir. “Dışarısı dururken neden içerisi?​” diye sorulan ve sözüm ona duyarlılık içeren, aslında hükümete sunulan ‘karartma’ destekli sorgulamalarda özellikle atlanan yalın bir gerçek de bu oluyor zaten. “Dışarısı”nın bu talepler için mücadelesi hiç durmadı ki. Arşivler tanıktır: Anadilde eğitim için yıllardır, anadilde savunma için de özellikle KCK yargılamalarından hareketle yaratılan duyarlılık bilinmiyor değil. Kilit talep durumundaki Öcalan’ın üzerindeki tecritin kaldırılmasına da ‘dışarı’nın yabancı kaldığını söylemek en azından edepsizliktir…
Peki, neden şimdi harekete geçti ‘içerisi’? Çok açık. ‘Nicel birikimin nitel patlaması’ dedikleri tam da bu işte! Çok değil, iki yılda 8 bin siyasetçiyi içeri tıkarsan, oradaki patlama potansiyelini de biriktirmiş olursun. KCK operasyonlarının dolaysız sonuçlarından biri de bugünkü açlık grevleridir işte. Yani? Operasyonel devlet aklı, yani ‘güvenlik’ stratejisi sorunları çözemiyor; en fazla mobilize edebiliyor, ‘mekân’ değiştirtiyor belki! Maddenin korunum kanunu gibi bir şey yani. Nesnel, toplumsal talepleri ciddiye alıp çözmek yerine bastırmaya çalışmak, olmadı ötelemek, karartmak, o talepleri ve ona dair mücadeleyi ortadan kaldırmıyor.
Bir cezaevlerinde sessizce, sükûnetle gün gün ömür tüketen direnişçilere bakın, bir de dönün ayağa kalkarak genel direnişe durmuş 30 Ekim Kürdistan’ına bakın. Aradaki fark biçimseldir sadece. Neresi ‘içeri’, neresi ‘dışarı’? Ayıramazsınız. Toplumsal bir mücadelenin talepleriyle iç içe geçmiş parçalarıdır. Bir büyük tarihsel sorun ve bu sorun üzerinden yürüyen toplumsal ve yine çoktan tarihselleşmiş bir mücadelenin…
Bugün Başbakan’da somutlanan o meşum devlet aklının, insanlara özgü ‘beklenti’, ‘umut’ ve ille de ‘utanma’ duygularına dair bütün kavramları yeniden düşünmeyi gerektirecek o ‘karartma’ tekniklerinin hiç biri bu mücadelenin ışığına değemiyor bile. Işık kendi mecrasında yanmaya devam ediyor…
“Kuzu kebabı”ymış! Gitsinler, Kürdistan’ın en ücra mezrasında bile, elindeki son kuzuyu ‘kebap’ edip önlerine koyacak bir fukara ocağına rastlayacaklardır yine de.
Zıkkımlansınlar!

ARJEN…

Amansız hastalığın pençesinde, hasta yatağında, daha kaybetmeden bilincini, güzel Kürtçesiyle son yazdıklarıymış: “Her yazar, Gılgamış Destanı’ndaki gibi ölümsüzlük iksirinin peşine düşmez... Bir şair veya yazar için ölümsüzlük iksirini elde etmek hem zordur, hem çok kolaydır... Her yazar edebiyat alanında verdiği emekten öte, ölümsüz eserleriyle ölümsüzdür! Bundandır, Xanî’nin Mem û Zîn’den; Uryan’ın Rubailer’inden; Mela’nın Dîwan’ından gelen ölümsüzlüğü...Allah, tümünü iyileri layık gördüğü yer ile ödüllendirsin, onları cennetiyle mutlu etsin...”
Bu dünyanın “cennetini” pek yaşayamadı. İşçilik yaptı yıllarca, sözcük işçiliği sonra… Herkese cennet olamamış, fukara ve yok sayılmışlara acı yüklü bir yaşam sunmuş bu zalim dünyayı da yazdı, bu cehennem yangınını yaşayanlara gerçek ‘cennetin’ yolunu da… Son sözlerinde işaret ettiği şeyin, ‘Allah’ın büyük Şair’i cennetine alıp almayacağının bir önemi var mıdır, bilemeyiz ama, Arjen Ari o yasaklı dilinin harikulade şiirini ürettiği işçiliğiyle, bu dünyanın ezilenlerinin, mazlumlarının, aç biilaçların tarihinde ‘cennetten’ bir köşede yerini çoktan aldı. Xani, Mela, Cigerxwîn gibi…

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et