“Buna ‘hayat’ derler!
“Sen planlar yaparken, başına gelenlere ‘hayat’ derler!” sözü, Türkiye’yi yönetenlerin şu son zamanlarda yaşadığı ironiyi ne de güzel özetliyor. Somut gerçekleri, maddi olgu ve verileri hesaba katmadan yapılan “strateji mühendisliği”nin karşılığı, işte bu sözde tarif edilen ‘hayat’ın ardı ardına gelen silleleri oluyor! Güneybatı Kürdistan’daki gelişmeler de böyle, Hakkari-Şemdinli’de yaşananlar da…
***
Suriye meselesinde krizi derinleştirerek bir “bölge devi” olmaya soyunulmuş, ama “Kuzey Suriye krizi”yle apışıp kalınmıştır. Sünni Arapların nüfuzu altında ve Kürt haklarını zinhar tanımayacak bir Suriye hamiliği tasavvuru, Kürtlerin tek hamlesiyle şimdiden çökmüş, Kürt özerkliğiyle burun buruna gelinmiştir. Ne yapılacaktır? Sınıra tank top sevk etmekle, “eyvallah demeyiz” tehditleriyle halledilecek iş midir? İçerde zaten iflası yaşayan Kürt politikasını bir de Suriye sahasında test etmeye kalkmak, açıktır ki başarısızlığın yeniden testi olacaktır.
Müdahale ya da ‘Kuzey Suriye’de tampon bölge’ macerası, bütün parçaları saran muazzam bir Kürt direncini karşına almaktır. Bugüne kadar bölgesel düzeydeki Kürt politikasındaki en önemli gelişme olan Güney Kürtleriyle yani Barzani’yle oluşmuş siyasi profilin de kaybedilmesidir bu. Hepten zıvanadan çıkmadan, öyle kolayca göze alınabilecek bir şey değil yani. “Suriye’nin toprak bütünlüğü” diyerek Batı Kürdistan’a askeri bir müdahale yapma gözükaralığı, artık kendi toprak bütünlüğünün tartışılacağı bir aşamayı dayatacaktır. Bir başka ülkeyi işgalle kendini korumaya çalışırsan, kendi bağrında hangi yangına sebep olabileceğini düşünmen gerekir. Süreç, Kürt ve Kürdistani gelişmeleri öyle bir noktaya getirmiştir ki; bu realitenin herhangi bir tarafında yapacağın bir işlem, bir operasyon, bir müdahale, bütün bir organizmada yansımalarını, tepkilerini bulacaktır. Bugün Kuzey’deki mücadelenin birikiminin ve de Güney’deki özerk devletin motivasyonunun dolaysız yansımalarını taşıyan Batı Kürdistan’a yapılacak müdahalenin sonuçlarının, her bir tarafta size nasıl döneceği çok da tahmin edilmez değildir. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma durumu kapıdadır tam da.
Dolayısıyla, paşa paşa kabullenilmelidir; “Suriye değişsin ama Kürtler aynı, statüsüz kalsın” beklentisinin hiçbir karşılığı yoktur artık.
Şimdilik bulandırılmaya çalışılan sular durulunca, bütün bu afra tafranın sonunda yani, şimdiden şekillenen “Özerk Batı Kürdistan” bölgesine razı olmak zorunluluğuyla baş başa kalınacaktır. Ama becerilebilirse orda PYD’nin değil de Barzani çizgisinin ağırlık kazanmasına oynanabilecektir belki. Ötesine ‘geçmiş olsun’ diyelim! Yani, “Suriye’nin kuzeyinde”, tıpkı Irak’taki gibi bir Kürdistan oluşumunun önüne geçmesi, engellemesi mümkün değildir, Türkiye’nin…
Barzani’ye baskı yaparak oradaki PYD etkinliğini kırmaya çalışmanın da ne kadar sonuç alıcı olacağını göreceğiz. Barzani’yi kendi politikalarınıza uygun bir “taşeron” bellemek de, onun gücünü abartarak bütün Kürtlerin inisiyatifine sahip bir aktör olarak görmek de, yanıltıcıdır. Kürtlerin Barzani tarafından Türkiye’nin hassasiyetlerine, ‘kırmızı çizgileri’ne uygun olarak kontrol altında tutulacağı hesabı tutmaz, tutmayacaktır. Ne Barzani bu çizilen yol haritalarına birebir uyabilir ne de Kürtlerin sosyal-siyasal gelişimleri Türkiye’ce biçilmiş politik çerçevelere sığacak kadar güdüktür.
Çok şey değişmiştir.
***
Kürt sorununda ‘bölgesel dengeler’ de yeni bir durum yaratmıştır artık. Bölge devletleri Kürt meselesinde bugüne kadar adeta ‘doğal’ bir ittifak, konsensüs halindeydi. Kürt sorunu her gündeme geldiğinde, dört ülke (Irak, İran, Türkiye ve Suriye) hemen aynı eksen üzerinde dizilirdi. Her devlet, kendi Kürdüne karşı komşularının desteğine peşinen sahipti. Bugün bu ‘doğal ittifak’ tamamen parçalanmış durumda. Bitti. Önce Irak’ta özerk Kürdistan’ın kurulması, sonra İran’a yönelik Batı ablukası ve Suriye’de başlatılan savaş… Kürecik’te kurulan füze kalkanı yeni sürecin startı oldu adeta. İran ve Suriye Kürt meselesinde Türkiye’yle kayıtsız koşulsuz bir ittifak durumundan çıkmıştır artık. Batı-ABD’nin ve adeta onların fedailiğini üstlenmiş Türkiye’nin arzettiği açık ve fiili tehdit, Kürt tehdidinden daha önceliklidir. Suriye’deki son durum da bunu gösterdi zaten. Esad yönetimi artık fiili bir müdahale durumuna gelen Batı ve Türkiye taşeronu “Özgür Suriye Ordusu” çeteciliği karşısında, hiçbir zorluk çıkarmadan Kürtlerin bölgesini Kürtlere bırakabildi.
Kürtlerin bu konjonktürü ve genel itibariyle de Suriye sürecini çok hazırlıklı ve oldukça uygun bir stratejiyle karşıladıklarını da teslim ederek söyleyelim ki; Kürtlerin iradesi, her tarihsel atılımda bölge devletlerinin aralarındaki doğal uzlaşmalar sonucu kırıldıysa, bugün bu devletlerden ikisinin arasındaki çelişki ve çatışmadan bir Kürt özgürlük alanı doğmuştur. Her şeyi bilirimci doğmatik kafa, sınır tanımazca sıkıştırdığı Suriye rejiminin kendi Kürdüyle uzlaşmazlığının ilelebet değişmeyeceğini zannetmiş, sonunda, “Esad’ın giderayak yaptığı düşmanlığa bak” sayıklamalarıyla donup kalmıştır. Kendi sınırsız ve değişmez Kürt düşmanlığından strateji beller ve denklemleri gerçeklerin kabulü yerine buna göre kurarsan, hüsran ve hayal kırıklığıyla kala kalırsın işte!
***
Tıpkı Şemdinli’deki gibi!
Ne denilmişti?
“Eşgüdümlü mücadeleyle terörü bahar aylarında minimize edeceğiz…”
23 Temmuz’dan beri Şemdinli’de 30 kilometre kare içerisinde karada hareket edemeyen, sadece havadan bombalayan koca Türk ordusu!
Biz demiyoruz, AKP’nin Bugün gazetesi diyor bunu. “Fehman Hüseyin’in Şemdinli Belediye Başkanı’nı canlı kalkan olmamaları halinde sivil halka saldıracakları yönünde tehdit ettiği”, deli zırvasını ‘haber’ diye verdikten sonra, her nasılsa ağzından kaçırıvermiş gerçeği: “Bölgeye kara operasyonu yapılamadığı Skorsky helikopter ve F-16 savaş uçaklarıyla bölgenin bombalanmaya devam edildiği…”!
Neymiş? Kara operasyonu yapılamıyormuş… Karakollardan, kışlalardan çıkamıyormuş demek ki ‘karacılar’!
“Eşgüdümlü mücadele” oldu mu size eşgüdümlü hüsran…
Güvenlik politikalarıyla buraya kadar işte; şimdi elde var hamaset ve şiddet!
Oysa bunlarla gerçekleri değiştirmek mümkün olabilseydi, bugüne kadar neler olmazdı neler!
Tayyip Erdoğan’dan önce tam 12 başbakandan, 22 içişleri bakanından, 9 genelkurmay başkanından yeterince aşina değil miyiz artık bu hayatı sabit kurgulara ayarlama çabalarına…
Ama gerçek değişmiyor işte…
Evet, gerçeklerden kopmuş aklın ‘mühendislik masalarında’ yapılan çizimlere uygun hareket etmek zorunda değil ki hayat!
Evrensel'i Takip Et