11 Şubat 2012 11:02

İktidar çekişmesi ve ‘güvenlik’ bumerangı!

İktidar çekişmesi ve ‘güvenlik’ bumerangı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Benden gayrısını hesaptan düştüm” makamından tektekçilik oynamaya başladığı, tam da kendisini “en güçlü” hissettiği noktada öylesine bir karın ağrısına tutuldu ki AKP iktidarı! Önceki iktidar bloklarına karşı pozisyonunu epeyce sağlamlaştırıp zafer sarhoşluğunun yerçekimsizliğiyle afra tafra atarken, beraberce iktidara geldiği Gülen blokuyla yüzyüze geldi ve gerilimli bir girdabın içinde buldu kendini.
Daha önceki sinyallerden sonra, MİT’çilerin KCK soruşturması kapsamında “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağrılmalarıyla gün yüzüne vuran gerilim ve çatışmanın görünen yüzünde “daha fazla iktidar” talebi var. Cemaat, “daha fazla iktidar” diyor ve kendince en zayıf olduğu halkadan yani MİT’ten payını istiyor! Kontrolündeki polis ve (özel) yargı üzerinden Tayyip Erdoğan’ın önemli mevzisi durumundaki MİT’i düşürmeye çalışıyor.
***
İç ve dış politikada farklı bağlamları olan ve asla “uzlaşmaz” denilemeyecek güçler arasındaki bu çekişme, “ulusal güvenlik krizi” şeklinde tanımlanıyor.
Bu da ayrı bir ironi oluyor elbette; bütün enerjisini “güvenlik politikası”na hasreden, “terörle eşgüdümlü mücadele” konseptiyle, bütün güvenlik kurumları arasında olağanüstü bir uyum sağlamakla övünen bir iktidarın başına gelene bakar mısınız: Ulusal güvenlik krizi!
Böylelikle, “eşgüdümlü mücadeleyle terörü minimize edeceğiz” şeklinde ifade edilen formülün çürüklüğü de çıkmıştır ortaya. İki nedenle böyledir: Birincisi, “terör” denilenin, toplumsal bir karşılığı olan haklı ve yenilmez bir mücadele olması. İkincisi ise, burjuva-gerici iktidar mekanizmaları içinde en “eşgüdümlü” hallerin bile uzun ömürlü olamamasıdır. Çünkü sonuçta her kurumun, iktidarı oluşturan farklı çıkar gruplarının yansımalarıyla şekillendiği, ağırlık merkezi üzerine çekişmelerinin kaçınılmaz olacağı, deneyimlerle sabittir. “Güvenlik” de bir ucunda siyasal nüfuz devşirmenin, diğer ucunda ise tabii ki bunu ekonomik çıkarlara tahvil etmenin en “verimli” alanlarından biridir. Hele Türkiye’de bu çok daha böyledir. Kürt sorunuyla yıllardır cebelleşen ve çözümsüzlüğü çözüm belleyen bir siyasal sistem içinde, “güvenlik”, nüfuz çatışmasının yaşanmasına aday başlıca alanlardandır. Bir piyasadır da! Resmi ve gayrı resmi boyutları olan (Örneğin, askeri ihalelerden yakın geçmişin JİTEM’li, Susurlukçu mafyöz ekonomisine uzayan) devasa bir piyasa…
Şimdi Kürt sorunundan ya da “terörle mücadele”den hareketle, her boyutta, ülke yönetiminin en kilit halkası durumuna getirilmiş bu “güvenlik” piyasasında bir güç çatışmasının boy vermesi oldukça anlaşılırdır.  Farklı kliklerin birbirlerini sıkıştırmakta kullanacakları malzemeler de buradan devşirilecektir elbette. MİT bile “terörle mücadeleyi akamete uğratan” bir ithamla karşılaşabiliyor işte! Yine, “özel yetkili” yargının, böylesine ‘genel yetkili’ bir pozisyon kazanması da işte o özel mi özel “terörle mücadele” zemininde gerçekleşmektedir. “Terörle mücadele”ye odaklanmış ‘güvenlik’ politikasını en ‘özel’ misyon olarak belleyip yıllar yılı oraya kilitlenmek (dünyadaki “terör suçluları”nın üçte birinin bu ülkede olması boşuna değil!), çok boyutlu bir güç-rant dalaşını da kaçınılmaz kılmaktadır.
***
Evet, bir güç ve iktidar dalaşı var ve ama kural değişmiyor yine de. Çatışmaya, ‘terörle mücadele’ (biz bunu Kürt sorunu olarak anlayalım tabi) üzerinden bir “hukuki” kılıf giydiriliyor. “Bunlar terörle mücadeleyi zaafa uğratıyor” şeklinde bir parantez açılıyor ve çekişmeye meşruiyet bu parantezde aranıyor! Yoksa, Türkiye’nin karanlık tarihinde MİT’in ‘müstesna’ bir yer tuttuğunu kim bilmez? Ama 1 Mayıs 77’den Maraş’a, Kanlı Pazar’dan faili meçhullere uzanan hayli kabarık sicilinden değil, “terör örgütüyle görüşmek”ten sıkıştırılıyor MİT! Demokratik bir kaygının zerresi bile yoktur burada. Tersine, niyet ve amacından bağımsız olarak, bir dönem kullanılmış ‘görüşme siyaseti’ kriminalize ediliyor ve bu ön alıcı hamleyle, ‘açılım’ değil ama “kapanım”ın geleceğine de yatırım yapılmış oluyor!
Yine, leblebi çekirdek gibi Kürtleri toplarken hiç sorgulanmayan “özel yetkili yargı”nın, iş MİT’e dayandığında yarattığı panik halinin de demokratik hassasiyetten kaynaklandığı asla söylenemez. “Ucu bana dokundu”yla sınırlıdır. Ve altını çizmek gerekir ki, yaşanan iktidar çekişmesi, Kürt sorununa dair bir “Şahinler-Güvercinler” ayrılığını da yansıtmamaktadır. Evet, bu konuda farklı eğilimler muhtemelen olmuştur. Ama Başbakan’ın epeydir MHP’yi bile yaya bırakan o ‘şahin’ pozisyonu da, Hükümet’in askeri çözüme ne denli angaje olduğu da ortadadır. Yani, Kürt sorunu konusunda, Cemaat ile Başbakan arasındaki farklılık, askeri çözüm-siyasi çözüm karşıtlığı üzerinden tanımlanamaz. İşin o kadar yalın olmadığı, Erdoğan’ın KCK operasyonunun yanında ve BDP’nin karşısındaki o “destansı” performansına bakılarak rahatça anlaşılabilir zaten.
Olsa olsa, malumun ilanı perçinlenmiştir bu çekişmede. ‘İçerde ve dışarıda savaş’ şeklindeki bugünün konseptinde zaten hesap dışı bırakılmış diyaloğculuk, bir olasılık olarak bile ötelenmektedir. İşte Başbakan da, şimdi soruşturmalık o ‘görüşme sürecini’ sahiplenememekte, o süreci yürüten kadrolarına sahip çıkmaya çalışmaktadır sadece. Süreci sahiplenmemekte de haklıdır! Zira o görüşmeler sonrası hazırlanan çözüm protokollerini reddeden de bizzat kendisidir. Barışçılık, güvercinlik ve Tayyip Erdoğan; kargalar bile gülmez mi!
***
Bitirirken; yaşanan iktidar çekişmesinde demokratik keramet keşfetmenin de, taraflar arasında “daha demokrat” aramanın da alemi yok. Ve unutmayalım, kendi böğürlerinde taşıdıkları bumeranglarla karşılıklı vurup örseleseler de, iki güç de halen muhtaçtır birbirine. Bilelim ki, iktidarın yeniden paylaşımı kavgasından iktidarın sonu da gelmez, demokratik bir sonuç da çıkmaz. Geleceğini bu çelişkiye bağlamak, asıl, toplumsal muhalefet açısından vahim bir çelişki olur.
Ve evet, başka yolu yoktur; demokratik dinamik, halkın direnişindedir!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...