07 Ocak 2012 09:58

Taammüden katliam!

Taammüden katliam!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tarihini, saatini not edelim; unutmayalım: Uludere Roboski’de, Kürtler bir kez daha katledilmiştir… Yapan, devlettir… Bilerek, isteyerek, tasarlanarak yapılmıştır… Taammüden katliamdır… Gerisi yalandır…
Yalanın bin bir türlüsü piyasadadır artık…
Genelkurmay’ın ve Hükümet’in açıklamalarıyla başlatılan ve adeta insanın kanını donduran akıl yürütme ve yönlendirmelerle temellendirilen bütün çabalar, katliamı ‘anlaşılır’ kılmaya dairdir…
“İkaz ateşi yapılmış” da, “kaçakçılardan terörist olmadıklarına ilişkin gerekli yanıt alınamamış” da…!
Top ateşiyle ikazın ne anlama geleceği bir tarafa; Hükümet sözcülerinin özellikle altını çizdikleri ve de güya “masumiyetlerini” dayandırdıkları bu “ikaz ateşi” vurgusu, Genelkurmay’ın açıklamasında hiç yer almıyordu ki. Olsaydı eğer, böyle bir ‘icrai’ ayrıntıyı askeri kurmayın atlaması düşünülebilir miydi hiç? Zaten anlatımlardan da anlaşılıyor ki; işaret fişekli olduğu kesin ön safha, kurbanları bir araya getirerek toplu hedef haline dönüştürme amaçlıdır. İkaz falan hikayedir.
“PKK kamplarına yakın yerdi” diyor Genelkurmay… Ortaya çıktı ki, bu da doğru değil. Söz konusu bölge ‘99’dan bu yana PKK’nin hareket alanı değilmiş ve yıllardan beri, askeri yetkililerin de bilgisi dahilinde, köylülerin sınır ticareti için kullandıkları bir güzergahmış. Nitekim, katliamdan sağ kurtulan Servet Encü’nün söyledikleri, olup biteni çok güzel özetlemektedir:  
“O geçiş yolu 100 yıldan beridir kullanılıyor. O yol PKK yolu değildi. Sadece ticaret yoluydu. Bize demesinler yanlış anlaşılma sonucu bombaladık. Bu yanlışı niye daha önce yapmıyordu asker. Çünkü yıllardan beri gidip geliyoruz. Daha önce bazen asker yolu kapatıyordu. 100 katırdan fazla yakalayıp karakola götürüyorlardı. Köylülerin getirdiği eşyalara el konuluyordu. Bu sefer farklı yaptılar. Bu köylülerin sınırı geçip sigara ve mazot getirdiğini herkes biliyordu. Kimse mazeret üretmesin. Kaymakam da biliyor, komutan da biliyor, herkes biliyor. Genelkurmay heronları gelip tespit ediyor. O çekilen görüntüler katırın yükünde ne olduğunu biliyor. Onlar da biliyor…”
Evet, hepsi biliyordu; bilerek işlendi bu devlet cinayeti…
“Yanlışlık oldu” imasında bulunurken bir yandan, bir ‘özür’ bile dilememek neye işarettir acaba? Asıl büyük yanlış olan ve adına “terörle entegre mücadele” denilen bu topyekün savaş politikasının sorgulanmasını gerektireceği için değil mi? Yine,  “yanlışlık” ya da “hata” diyenlerin zihinsel haritası, yeni “yanlış”, “hata” ya da “yol kazaları”nın her zaman yaşanabileceğini de içermiş olmuyor mu?
Ya şu “AKP’ye karşı komplo” tezine ne demeli? Yalan çuvalının içindeki en gerçeğe uzak, en manipülatif, en sırıtan yaklaşım budur herhalde. Hükümet bile üstlenirken olayı, iflah olmaz hükümetçilerin utanmazca dillendirdikleri bir karartma yöntemi bu. AKP’cilere özgü bu komplocu fikir pazarlamacılığı, göz önündeki gerçeği bilinmez “derinliklere” gömerek, aslında faili meçhul bırakma nafile çabasından başka bir şey değildir.     
Gelelim “sınırlarımızın güvenliği ve kaçakçılar” karartmasına…
Katliamı “anlaşılır” kılmanın en vicdansız, en aşağılık yönlendirmesi de bu oluyor. Yapılan kaçakçılık, ölenler de kaçakçı değildir. Uludere’yle Duhok arasında kaçakçılık mı olurmuş? “Evin bir odasından diğerine gidip gelmek” gibidir! Yüz yıl öncesinde masa başında çizilen ve Kürdün evindeki odalar arasına çekilen o yapay sınırlardır aslında “kaçak” olan. Anlamak çok mu zor; sadece üç kuruşluk ekmek parası için değil yani bu ‘sınırötesi’ne ilgi!
Evet, hiçbir mazaret ortadaki taammüden katliamı örtemez. Başından sonuna kasıtlıdır. O kasıt, Kürt sorununu, nedenlerini değil de sonuçlarını tasfiye ederek çözebileceğine inanan ve AKP Hükümeti’yle birlikte restore edilerek daha bir “eşgüdümlü” kılındığı belirtilen savaş stratejisinin hedefleriyle iç içedir. Hata da, yanlışlık da buradadır zaten. İflah olmaz ve kaçınılmaz olarak iflasa mahküm bir politikadır bu. “Terör ve Kürt vatandaşların sorunlarını biribirinden ayıracağız” iddiasıyla süslenen bu stratejinin karşılığının olmadığı bir kez daha görüldü işte. Silahlı Kürtten sonra siyasetçiyi, hukukçuyu, gazeteciyi hedef alan savaş konseptinin dağdaki yoksul köylüyü koruması mümkün olmuyor. Çünkü “topyekün savaş”ın mantığı budur. Ve Kürt mücadelesi de sadece bir silahlı grubun direnişi olmayı çoktan aşmıştır artık.
Roboski katliamının bu geniş çerçeve dışında, spesifik bir amacı da var ama. MİT’e atfedilen bir raporda, “Irak sınırında yapılan kaçakçılık faaliyetleri ile teröre destek ilişkisi” kurulmuştu. Katliamla, sınır ticaretinin bu biçimiyle artık yapılamayacağı, ve tek ekonomik faaliyetleri yasaklanan bölgedeki köylülerin giderek göçetmek durumuna gelebilecekleri muhtemeldir. Sınırı insansızlaştırma operasyonunun bir ön adımı sayılabilecek bu katliamın, çokça dillendirilen ‘tampon bölge’ planlarıyla da ilişkisi vardır elbette.
Şimdi bu taammüden cinayet ortadayken; Dersim’den özür dilenmesi, 90’lık Evren’in yargılanması, emekli Başbuğ’un hapsedilmesi, demokratik bir gelişmenin kanıtları sayılabilir mi hiç? Uludere’nin yoksul Kürt çocuklarına bomba yağdırıp paramparça edenler yargılanmıyorsa, aksine “hassasiyetlerinden dolayı” Hükümetçe teşekkür ediliyorsa; halktan bir kuru özür bile dilenmiyorsa; İçişleri Bakanı, 12 Eylül’den hiç de geri kalmayan bir terör konseptinin itirafçısı oluyor ve bu konseptin gerekleri de yapılıyorsa; Evren’in yargılanması, Başbuğ’un tutuklanması nasıl bir demokratik gelişmeye işaret olabilir ki?
Günümüze değmeyen, hayatımızdan gaspedilmiş, çalınmış özgürlük ve adalet değerlerini iade etmeyen hiçbir “değişimin”, zerre kadar demokratik kaygı içermediği o kadar açık ki.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...