‘Özür’ mü?!
Geçmiş yaşanmışlıkları hikaye eden bir ‘mazi’ anlatılıcılığı değilse tarihten anladığımız, yaşayan, dinamik bir süreçten bahsediyoruz demektir. Ne ‘zaman’ donmakta, ne de yaşananlar. Geçmişin birikimleri, bağlamları ve izdüşümlerinden yalıtık bir ‘bugün’ tasavvur edemeyeceğimize göre, çokça kullanılan “tarihle yüzleşmek” argümanının, “bugünle yüzleşmeyi” de içermesi gerektiği açık olsa gerek. Bugüne değmeyen, bugünle hesaplaşmayan bir “tarih yüzleşmesi”, eksikliğin ötesinde, çoğunlukla farklı boyutlarda yapılan hesapların mezesi olabilmekte, ‘bugün’ün perdelenmesinin aracı olarak kullanılabilmektedir.
Şimdi Başbakan’ın, zaten bilinen ama resmi bir ağızdan ilk kez dillendirilen birkaç arşivden sonra Dersim mezaliminden dolayı “özür” dilemesini “tarihsel yüzleşme” babında nereye koyacağız?
Bağlamlarından koparılmış bir Dersim kırımı ve bir ‘özür’…
Neden ve niçin sorularının işaret ettiği boyutlardan kopartılmış bir fotoğraf konuluyor ortaya ve sadece o fotoğraftan dolayı özür dilendiği söyleniyor.
Evet, o fotoğrafta katledilen Dersimliler var, Dersim katliamı ve katliam sonrası yerlerinden yurtlarından sürülen Dersimliler var…
Güzel!
Ama ‘gerçeklik’ dediğimiz o fotoğrafın sadece kendisi değil ki. Evet, Dersimli katledilmiştir…
Evet, sürülmüştür…
Akla ziyan canilikler yapılmış, en asgari insani değerler bile alçakça tepelenmiştir…
Ama neden?
Ama niçin?
İşte bu sorulara yanıt yoktur Başbakan’ın özrü içinde!
Sunulan arşivler sonuçlara dairdir.
Nedenler ve niçinler üzerine tek söz yoksa, Dersim katliamıyla yapılmak istenene, ulaşılmak istenen amaca da bir karşıtlık yok demektir o özrün içinde.
Bir ayıklama vardır, hem de itinayla yapılmış bir ayıklama…
Ki meseleye asgari ilgisi olan herkes bilir ki Dersim, daha ‘25’lerdeki Şark Islahat Planı’ndan itibaren yürürlüğe sokulan devlet stratejisi açısından “halledilmesi gereken” bir çıbanbaşıydı”! 13 yıllık bir hazırlık sonrası işlenen bir toplu kırımdır sözkonusu olan.
Öyle, devlet yöneticileri bir sabah uykularından uyanıp “hadi Dersim’i kıralım” demediler yani. Bir amacı vardı. Başbakan’ın da özellikle dillendirmediği bir amaç…
Tek milletçi, tek dilci, tek dinci bir sistemdi yaratılmak istenen… Türkçe konuşan, kendisini Türk olarak tanımlayan, Sünni İslamın devletçe formatlandırılmış biçimini dini belleyen bir “millet” kurgusuna uymuyordu Dersim. ‘Tek’e bağlanması, Türk-Sünni potasında eritilmesi gerekiyordu.
Bu “tektekçi” inşada çıbanbaşı bellenen Dersim’i, Dersim katliamını, Kürt meselesinden koparmak mümkün müdür mesela?
Başbakan değinmiyor ama çokça kanıt ve itiraf var ortada:
“Yaptığım temasların bende hasıl ettiği izlenime göre, Dersim gittikçe Kürtleşiyor, ülküleşiyor ve dolayısıyla tehlike büyüyor…Dersim Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır…” diyor Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, daha 1926 tarihli raporunda…
Yine dönemin canlı tanıklarından ve Seyit Rıza’nın idamına refakat etmiş İhsan Sabri Çağlayangil’in söyledikleri: “Benim bildiğim ve iştirak ettiğim kadarıyla Dersim, Türkiye’deki Kürtler meselesinin önemli bir parçasıydı...Bunları nasıl asimile edelim ve Cumhuriyet Kürtlere nasıl bir siyaset takip etmelidir davası güdüldü…Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler…”
(Bunları bugün artık CHP’nin başında olan Kılıçdaroğlu’na söylüyor Çağlayangil; Başbakan’ın “Dersim’de katliam yapılmıştır” sözleri üzerine ilk tepkisi, “birlik ve bütünlüğümüzü dinamitliyor” şeklinde olan Tuncelili Kılıçdaroğlu’na!)
Hesaplar ortada.
Dersim kırımının bağlandığı amaç ve devlet stratejisi açık…
Bu tarihsel amacın güncel uzantısıyla hesaplaşabiliyor mu Hükümet ve Başbakan?
Soru budur!
‘Özür’, ancak bu siyasi ve hukuki boyutları kapsayan bir hesaplaşmaya işaret ediyorsa anlamlıdır. Ancak öyle ‘güne’ ve hayata dokunulabilir...
CHP’yi sıkıştırmak için kullanılan bir koz olmaktan çok daha başka bir şeydir Dersim.
Devlet meselesidir ve bugün de öyledir.
Devletin Kürtlerle meselesinin bir parçasıdır…
Kürt meselesini çözümsüzlüğe kilitleyip Dersim’le yüzleştiğini söylemek, bugünün sorumluluklarından kaçmak, çözümsüzlük politikasının artık çokça deşifre ettiği malum imajın yenilenmesi amaçlıdır.
Özrün yerine ulaşması ve bütün boyutlarıyla yaşanan hayata nüfuz etmesi gerekir. Bu çerçeve içinde hakikati araştırma komisyonu, mağdurların tespiti, bütün sorumluların teşiri, manevi kişiliklerin onore edilmesi, bütün mağduriyetlerin maddi, manevi, hukuki ve siyasi tazmini gibi daha spesifik başlıkları da kastediyoruz elbette.
Böylesi bir sorumluluk esas olarak AKP’nindir bugün.
Hiçbir CHP eleştirisi bu sorumluluğu gölgeleyemez.
‘38’in CHP’sinin yerinde bugünün AKP’si vardır çünkü.
V o AKP’nin başındaki Erdoğan, Dersim’den özür dilerken, bugün Kürt meselesinin neresinde durduğunu da açıkça itiraf ediyor:
“Milli Birliğimiz, beraberliğimiz için KCK operasyonlarını destekledim, destekliyorum.” !
Çok açık değil mi?
Ahmet Altan, Başbakan’ın özrünü “tarihin kırılma anı” diye “tarihselleştirdiği” yazısında “Cumhuriyet tarihi savunulabilecek bir tarih değildir. Çok fazla cinayet, ölüm, baskı, zulüm vardır. O korkunç tarihin en feci sayfalarından birini Başbakanın ağzından dinledik…” diyor.
O tarihin bir sayfası da bugün hukukçuları toplu olarak hapislere tıkarak Kürt davasını biçimsel anlamda bile savunmasız bırakan bu KCK kırımı değil midir şimdi?
İşte bu kırımın sorumluluğunu alan Başbakan için bakalım kim ne zaman özür dileyecek?
Evrensel'i Takip Et