22 Ekim 2011 10:04

Ölüm değil çözüm için…

Ölüm değil çözüm için…

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Toplumsal yaşam, yeni bir teyakkuz haliyle kuşatılmış durumda…
Asker cenazeleri üzerinden dönen yalan çarkları, manipülatif acı istismarları…
Güdümlü yaslar… İmal tepkiler…
Ve kışkırtılan çözümsüzlük…
Akli bağlamlarından kopartılmış ‘salt öfke’yle kışkırtılan çözümsüzlük batağında kulaç atıp, “Hakkari saldırısının şifreleri”ni çözmeye çalışanlar!
Medya tetikçileri, ne idüğü belirsiz “uzmanlar”, emekli-sivil zaptiyeler, ıvır zıvırcılar, gak gukçular…
Şifreciler şifre arıyormuş!
Neden bu saldırı?
Yanıtları malum; “terör örgütü ve terörle mücadele” parantezinin ötesine bir milim geçilemiyor, aynı ezberlerle çözümsüzlüğün toplumsal tabanı kışkırtılıp duruyor.
Oysa, bir şifre aranacaksa, bu ülkede tarihsel-siyasal bir sorun üzerinden boy veren bir savaşın sürdüğüdür.
Ve siyaset yollarının tıkanması, çubuğu doğaldır ki savaşa büküyor.
İşin matematiği bu.
Savaş – siyaset denklemi tam da böyle işliyor işte.
Bütün o acılı, ajitasyonlu, linçci, intikamcı duygu seli, gerçeğin bu boyutunu perdeliyor, sorgulatmıyor.
Siyasetin yolları tıkatılırsa, dağın ve silahın yollarında trafik yoğunlaşıyor.
Olan budur!
Savaşa karşı olduğunu söyleyen çoğu liberalin ‘ayrıntı’ deyip geçtiği KCK operasyonlarının bu süreçteki rolü oldukça önemlidir işte. Bu noktaya nasıl gelindi sorusuna, her gün, her saat gözlerimizin önünde yaşanan bu siyaseti hapsetme operasyonlarını göz ardı ederek verilen hiçbir yanıt, yanıt değildir aslında.
***
Evet savaş var ve ocaklara ateş düşmesinin yıllara dayanan bir öyküsü mevcut geride, hiç de yeni değil.
Yitirilen asker sayısının fazla olması dışında yeni olan ne var ki şimdi?  
‘Yüreğimize ateş düştü’ diye manşetler atılıyor.
Yeni mi düştü?
30 yıldır yaşanan nedir?
Gerçekçi olalım; herkesin burnunun dibinde, gözler önünde canlı, kanlı bir savaş sürmektedir. Tek taraflı ateşkeslerle unutturulan, çözümü ötelenen bir savaş ve o savaşın üzerinde boyverdiği devasa bir sorun; Kürt sorunu…
Sorun var, savaş var, çözüm yok!
Çözüm gerek!
Çözüme değmeyen, çözüm önermeyen, öfkeye yenik hiçbir yas, hiçbir acı, hiçbir yangın ve evet, (Cumhurbaşkanı’nın ağzına layık) hiçbir ‘intikam’ dönüp kendisini kışkırtmaktan, kendisini misliyle katlamaktan başka bir anlam taşımaz.
Yasa yas, acıya acı, yangına yangın, intikama intikam katmak istenmiyorsa, nedenleri olan bu savaşın, nedenleri ortadan kaldırılmadıkça önlenemeyeceği gerçeği ıskalanılmaz artık.
***
Ama gerçeğin ıskalanmasının, ondan kaçılmasının da bir sınırı vardır kuşkusuz.
Ki bu limit hiç de sanıldığı gibi sonsuz değildir.
Hem çok da değil, umulmayacak kadar da yakındır ki, bu sınıra dayanılacaktır.
İşin acısı da bu ya; daha yıllar öncesinden çözülebilecek bir sorun, adeta savaş kurbanları limitinin doldurulmasını bekleyen bir vicdansız rejimin masasında ertelenen bir çözümün pençesindedir hala…
Böyle olunca da her ‘şehit’, bir devlet cinayetinin kurbanıdır…
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ ise çözümsüzlüğün en popüler parolasıdır artık.
O çok karşı olunan ‘bölünme’ye ve daha çok ölüme koşulan yollara bundan daha uygun bir parolayla eşlik edilemez herhalde.
Gözleri intikam bağı ile bağlanmış ve sadece bu ‘şehitler ölmez’ söylemine bağlanılmış bir ‘toplumsal şuur’dur yaratılmaya çalışılan...
Oysa ‘şehitler ölüyor’ ne yazık ki!   
Yetkili-yetkisiz zevata bir sorun bakalım, çok değil daha birkaç saat önce cenazesinde  ‘intikam’ çığlıkları attıkları, ‘ölmez’ dedikleri ‘şehidin’ adını, kaçı hatırlayacaktır acaba?
Devlete değil, annelerine sormak gerek, ateşin düştüğü o yoksul ocaklar unutmaz ancak; “şehit çocukları” ölmüştür çünkü!
Ayrıştırmanın meşrulaştırılmasını öngören bu en ‘ekonomik’ ajitasyonla ancak yönünü şaşırmış bir infial yaratılabilir.
İnfialden ise çözüm çıkmaz…
İnfial çözümü öteler…
***
Elbette ölümler olmasın. Ama ölümlerin olmaması için çözüm gerekiyor.
Ölüm değil çözüm demek lazımdır.
Ölümler dursun, evet dursun…
Kan dökülmesin, evet dökülmesin…
Bu savaş bitsin, evet bitsin…
Hiçbirine yok denilemez ama bu temennilere yine temenni karşılıklar vermekle, ne savaş biter, ne ölümler, ne de kan durur.
Bu ‘savaş bitsin’ temennisi, ‘savaş neden başlamıştı’ sorusunu atlarsa eğer, hayata nüfuz etmeyen bir duygu kırıntısı olarak kalmaya mahkümdür.
‘Neden başladı?’ sorusunu sorduktan sonra, ‘nasıl biter?’ sorusuna yanıt verilebilir ancak.
Bu da ‘çözüm’ tartışmasını gerektirir.
Çözüme işaret eden temenni ve kelamlar hayatta karşılık bulabilir sadece.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...