Yücelik ve cücelik!
“Devlet büyüklerimizden rica ediyoruz. Her gün acılar yaşanmasın, yazıktır, günahtır. Hiç kimsenin çocuğu ölmesin, başka analar ağlamasın, yuvalar yıkılmasın…”
Bu sözler bir babaya ait…
Siirt’teki saldırıda kızları Nergis ve Zeynep’i yitirdi. Nuran ise ağır yaralı kurtulabildi.
Savaş, böylesi bir trajediyi getirip Nurettin Evin’in omuzlarına yükleyiverdi.
O, kızlarıyla birlikte savaş kurbanı oldu; ama hoyratça kışkırtılan, dayatılan kör nefret ve ajitasyonun kurbanı olmuyor işte.
Savaşı sorguluyor ve eylemin, kendilerinden ve halktan özür dileyen, PKK tarafından yapılmış olmasına da takılmadan, “devlet büyüklerinden” talep ediyor:
“Başka analar ağlamasın, yuvalar yıkılmasın”…
Bu bir yücelmişlik halidir işte!
İnsanın ve insanlığın yücelmişlik hali…
Bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden birini yaşamak ve savaştan onun payına düşen bu tarifsiz acıdan bir barış ve çözüm mesajı çıkarabilmek…
Büyük bir ortaklaşmacılık…
Pürü pak bir toplumcu ahlak…
Siirt’li Nurettin Evin’in verdiği bu barış dersinden kim ne kadar öğreniyor peki?
En başta da, onun seslendiği “devlet büyüklerimiz”?
Son bir haber işte: “Sınır ötesi kara harekatı hazırlıkları sürdürülürken, olası asker kayıpları için ihale ile Diyarbakır’daki özel bir şirkete yüzlerce tabut siparişi verildi.” !
Yoruma gerek var mı artık, yapılabilecek her yorum, haberin içinde taş gibi duran o katı gerçeği yumuşatmaktan başka neye yarar ki?
***
Evet, yaşanan felaket halinden barışa tutunarak çıkılabileceğini bilen Siirt’li vatandaşın, “devlet aklı”na pek hitap etmediği açık…
Bunu ortaya çıkan MİT-PKK görüşmeleri sonrası yaklaşımlardan da görebiliyoruz.
Nurettin Evin, savaş kurbanı olmuşluğundan bir barış çağrısı çıkarma sorumluluğunu göstere dursun; sonuçta barış niyetiyle yapıldığı söylenen söz konusu görüşmeleri daha yakıcı bir savaşın zeminine dönük bir mazaret olarak kullanma eğilimleri gerçekten de ibretlik oluyor.
MHP malum, onu geçelim…
Kılıçdaroğlu’nun Ankara’daki patlamayı, “o görüşmelerin sonucu” olarak “terör şehre indi işte” şeklinde değerlendirmesine ne demeli mesela? Bu sorumsuzca istismara, “Kemal Bey’e gülmeyin, düşene gülünmez” deyip geçmeli mi yoksa?
Hükümet ve ona entegre çevrelerin yaklaşımı ise çok açık:
“Gördünüz işte terör örgütü barış istemiyor, kalan tek yol ise daha etkin bir savaş!”
Şimdi bütün çaba, savaşın devlet tarafına meşruiyet sağlamak üzerine odaklanmış durumda…
Az çok muhakeme yetisi olan herkes için o görüşmelerin neden kesildiği çok da tahmin edilmez değilken, devletin Öcalan üzerinden PKK’yi hemen silahsızlandırabileceği beklentisinin karşılık bulmamasının esas neden olduğu açıkken, “PKK barışa karşı” gürültüsü bu yüzden işte…
Başbakan’ın son “silahları bıraksınlar, operasyonları minimize ederiz” açıklaması da, Cumhurbaşkanı’nın, “gelip teslim olsunlar, ‘eve dönüş’ yasasından yararlasınlar” sözleri de, “müzakere” denilen görüşmelerden aslında tasfiyenin murad edildiğini ortaya koyuyor zaten.
Evet, devletin savaşına meşruiyet arıyorlar ve bunun en “estetik” argümanları ise Ahmet Altan ve ‘taraf’ının omuzlarına düşüyor elbette.
Şöyle diyor Altan:
“Benim görebildiğim kadarıyla, PKK’nın yönetimi kendi yöneteceği bir ‘krallık’ istiyor…seçimin olmayacağı, doğrudan kendi yönetimine verilecek bir toprak parçası talep ediyor… PKK yönetimiyle bu şartlarda bir anlaşma yapılabileceğini sanmıyorum açıkçası…PKK’yla savaş sürer gider, bunu kabullenmek zorundayız...”
Şunlar da da Markar Esayan’dan:
“ …artık anladım ki, barış istenmiyor bu örgüt tarafından. Kandil’deki ağaların Kürt halkının ne istediği ile, ne çektikleri ile ilgileri yok... Bunca parayı, emrimizdeki binlerce adamı bir kenara bırakıp, Oslo’da tütün dükkânı mı açacağız? diyorlar…Bundan sonra ne mi olacak?.. Kim vampirlik yaparsa karşı çıkacağız, ama devletin vatandaşını korumaya hakkı var. PKK, hâlâ sesini korkudan yükseltemeyen Kürtler tarafından gitgide terk edilecek…İnsanlar boşuna ölmesin dedik durduk. Biraz daha öleceğiz belli ki…”
Evet, ikilinin sözlerindeki ana fikir şu; PKK’yle bu talepleriyle anlaşma yapılamaz ve biraz daha ölmeye hazır olun!
Eskiden en katıksız özel harpçiler söylerdi bunları, şimdi AKP’ye entegre liberaller… Bundan öteye çukur var mı acaba? Tansu Çiller’in şu ünlü “köyleri PKK’nin helikopterleri yapmıştır” veciz sözleriyle “yaratılıcılık” ve gerçeklik” açısından ne eksiği vardır bu “krallık istiyorlar, paraları bırakmak istemiyorlar” zırvalarının?
Dediğimiz gibi, savaşa razı olun demeyi “estetize” ediyorlar ve iç karartıcı bir şiddet ve savaş dilidir kullanılan… İki yüzlüce, sinsice…
Bu denklemde barış yoktur, tasfiye vardır. Hem de mümkün olmadığı ve de olamayacağı çoktan ortaya çıkmış bir tasfiye… İmkanı olmayan bir tasfiyeye koşullanmış bir barışın da imkansız olacağı açık değil mi?
Bu, sürekli savaş denklemidir esasında.
Başa dönüp bitirelim:
Savaşın acılarından barış çağrısı türeten yücelmişliği ile sürekli savaş öneren cüceliği karşı karşıya insanlığın…
Evrensel'i Takip Et