20 Ağustos 2011 09:42

Yalanı ve acıyı duyuyor musunuz?

Yalanı ve acıyı duyuyor musunuz?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İşte karşımızda yine; öfke, kin ve intikam çığlıklarıyla dörtnala savaşa koşan o zifiri karanlık…  
Üzerine boca edildiği toplumun algı ve muhakeme yeteneğini felç eden, gerçekle ilişkisini kopararak onu görmez, duymaz kılan bir nezarethane karanlığı bu…
Kin, intikam ve savaş zinciriyle güdümlenen ‘toplumsal algı ve muhakeme’, kapatıldığı bu karanlık içinde, sorunların temellerini ve gerçek çözümlerini sorgulamaktan uzaklaştırılıp, ümitsiz vaka durumundaki hasta sistemin ateşiyle kavrulup yanmaya terkediliyor.
Hastanın hastalığına, suçlunun suçuna ortak ettirilmeye çalışılan bir toplumsal idraktir yaratılmak istenen.
Bir savaş rejiminin ya da aynı anlama gelmek üzere faşizmin gereksindiği bir ‘savaş iklimi’…
Savaş rejimleri, ancak böylesi bir iklimde solumaya alıştırılmış bir toplum tarafından tölare edilebilir, sindirilebilir zira...
Sorgulamaya yer yoktur artık bu iklimde.
Travmatik “reaksiyon ve refleksler”le kaşınıp tetiklenerek savaş politikalarının destekçisi olunur ama savaşın nedeni sorgulanmaz artık.
“Düşmandan-teröristten öç almak” gibi bir aklın iptali halinden, kanayan yaraya merhem aranır sadece.
Sorgulama kapıları kilitlidir çünkü.
‘Şehitler’ üzerinden estirilen o acılı ajitasyonlu rüzgarların en önemli nedeni de bu değil midir zaten?
Çözüm bulamamanın ya da çözümden kaçmanın bütün suçu ve günahı, acı ve öfke üzerinden “bölücü terörist” üzerine yıkılır ve savaşın sorgulanmasının önüne geçilir.
Bırakın nedenlerini, savaşın neden daha çok yakıcılaştırılmadığı sorgulanır, sorgulatılır.
İç burkan çatışma ve ölüm öyküleriyle ağlatılan toplumdan, bir yandan gözyaşlarını silip ‘linç’ biriktirmesi ve diğer yandan da gözyaşları içinde daha yakıcı bir savaşa göz yumması istenir.
Savaşın kurbanları işte bu yüzden taşındıkları ekran ve sayfalarda “daha çok savaş”ın gerekçesi yapılır.
“Daha çok şehit”e rıza gösterecek bir vicdansızlık halidir bu.
“Bir gideriz, bin diriliriz” diyen Başbakan da, “kaç kişi ölecekse ölsün ve çözülsün, bitsin bu iş…” şeklinde yazan utanmaz gazeteciler de, bu vicdansızlığın neferleridir işte…
Sahi size kaç ölü lazımdı beyzadeler?
30 bin, 40 bin, 50 bin…?
Ama bu kadar insan ölmemiş miydi zaten!
Açıktır ki, savaş kurbanı o binlerce acılı öyküden savaşsız bir geleceğin ipuçlarını çıkarmanın da mümkün olabileceği olasılığıdır sıfırlanmak istenen…
Her sağduyulu insanın kapılmamazlık edemeyeceği “artık yeter, ölümler olmasın, bitsin bu iş” duygusu, kuşatmaya alınarak, yönü, hedefi çarpıtılarak tersine çevrilmiş bir öfkeye dönüştürülmektedir.
“Bitsin bu iş”...  
Elbette bitsin...
Peki ama nasıl?
“Bu iş” neden başlamıştı ve şimdi önerilen ya da dayatılan, “bu işin” başlama nedenlerini ortadan kaldıracak nitelikte mi acaba?
“Söz bitti” diyor ya Başbakan; yeni mi bitti “söz”?
“Açılım” diyerek 3 bin siyasetçiyi içeri tıkmak mıydı “söz”?... “Anadilde eğitim böler” ezberi mi?... Kazanılmış vekillikleri iptal etmek, geçersizleştirmek mi yoksa?...
“Alın size trt 6 ve terörle aranıza mesafe koyun” dışında neyin sözünü etmişler de bugün “söz bitti” diyorlar yani? Teslim olmaya, tasfiyeye çağrıyı da “söz”den sayıyorlar olsa gerek…
“Açılım” havucuyla tavlanacak yaşı çoktan devirmiş Kürtlere şimdi sopa gösteriyorlar yine…
Ama bu sopa da çok tanıdık değil mi?       
Sri Lanka modeli mi ‘yeni’ oluyor?
Pardon, 90’lı yıllarda uygulanan o dizginsiz özel savaş ne modeliydi acaba? Dinleyin asit kuyuları öykülerini, bakın toplu mezarlarda fışkıran insan kemiklerine… Hangi modeli çağrıştırıyor?
Söylenebilecek bir şey varsa, Türk-özel savaşının, Sri Lanka modeline ‘model’ olmuşluğudur  belki de…
Yine, savaşın özel birliklerle daha da profesyonelleştirilmesi ise yenilik, bunun sadece daha profesyonelce ölüm anlamına geldiği o kadar açık ki… Daha çok savaş ve daha derin bataklık…  
Anlaşılmıştır ki, çözümsüzlük batağına gösterilecek rıza, daha çok ölümün, daha çok acının önceden kabulüdür.
Unutmak mümkün mü, bir “şehit cenazesi”nde şöyle dememiş miydi, daha 2008’de “sınırötesi” yollarına düşüp Zap’tan dönen anlı şanlı Büyükanıt Paşa:
“Acılarımızı yine acılarla dindireceğiz”!
Paşa, hükümetten hediye trilyonluk arabalı tekaütlüğünde şimdi, diğerleri gibi, kimbilir hangi askeri tatil kampında, belki sadece güneş yanığı acılarını dindirmeye kulaç atmaktayken…
O başdöndürücü “açılım”ını,  “Bıçak kemiğe dayandı, söz bitti, şimdi sıra uygulamada” gözü karalığıyla daha da açmaya kararlı Başbakanımız, “Kürt sorununu çözmek için herkesle görüşürüm ama muhbir olmadığı sürece Kürtle asla” diye kıvranıp durmaktayken…
“Gerekirse bölünürüz ama Kürtlerle eşit olmayı asla kabul etmeyiz” şeklindeki ‘derin tahayyül’ ha bire kaşınıp kışkırtılmaktayken…
Fukara ocaklarından tüten acılara yeni acılar eklenmekte her gün, her saat…
“Acıları acılarla dindireceğiz” yalanı ise, eşiğimize dayanmış, hınzırca sırıtan savaşa, savaş rejimine yeni yeni kurbanlar bulmakta…
O kurbanlar ki; iliklerine kadar hissettikleri ama belki bir kez bile olsun itiraf edemedikleri o estetize edilen ölümün çarmıhına çakılmış, gözleri arkada, sorar gibidirler:
Yalanı ve acıyı duymuyor musunuz?
***
İnandığı değerlerden ödün vermeyen, enternasyonalist bir yurtsever devrimci, sevgi dolu yaşamıyla asırlık bir genç militandı Mihri Belli… Yaşayacaktır…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...