17 Şubat 2011 02:28

Devrimin kıyısında ‘devrimci mahcubiyet’!

Devrimin kıyısında ‘devrimci mahcubiyet’!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Birik(tir)en tarih, bu kez Arap dünyasında zembereğinden boşaldı; önce Tunus’ta, şimdi de Mısır’da 25-30 yıllık hırsız diktatörler defolup gittiler. Daha bir önem ve dikkat gerektirecek olan bundan sonrası için çok şey söylenebilir olsa da, Arap halklarının geçtiği devrimci süreç muazzam olmuştur. “Kitaba uymuyor”, “Anti kapitalist değil”, “Asker ipleri aldı”, “Siyasal İslam güçlenecek” vb. her ne gerekçeyle olursa olsun, bu devrimci süreci küçümseyen “akademik-teorik sarrafçılığın” aksine, bu coşkuyu yaşamak, yaymak gerekiyor. A. Cihan Soylu’dan ödünç alarak söylersek, ‘ayaklanan halklar devrim de yapabilir’! Sözün özü de, devrimci politika yapma kaygısı olan her kimsenin bugün öne çıkarıp döne döne vurgulaması gereken öncelikli boyut da budur işte.
Bakmayın Amerika’nın durumdan memnun ayaklarına. Tarihin nereye aktığını gördü Amerika ve karşısında duramayacağını anladığı bu akışın yanında görünmek zorunda kaldı. Obama’nın Mısır halkının isyanına hitap eden son konuşması da emperyalizmin iki yüzlülüğünü, utanmazlığını kanıtlar sadece. Mübarek zorbasına yıllarca dayanak olan ABD, onu kovan Mısır halkını selamlıyor! Elbette geleceğe dair bir pragmatizmdir bu ama çaresizliktir aynı zamanda.
Bundan sonrası için çok şeyler söylenebilir tabii ki. Şimdi ara bir uğraktadır Mısır’daki devrimci süreç. Askere devredilen iktidarın eskiyi tekrar edebilmesi mümkün müdür? Geçici yönetim, Arap isyanının yarattığı toplumsal ihtiyacı tatmin etmeyi başarabilir mi? Göreceğiz. Ama ‘geçici iktidar’, çerçevesini zorlar, kalıcı-kurucu bir role soyunursa Tahrir’in yeniden aynı yürek atışlarıyla toparlanıp kendi diliyle konuşacağını söylemek kehanet olmayacaktır. Mısır isyanının, bu ara süreçte, bugüne dek şu ya da bu nedenle tarafsız kalmış “baba ordu” ile karşı karşıya gelecek bir zaman ve güce erişmesi olasılığına da işaret edip geçelim şimdilik.
***
Evet, Arap halkı tarihi sürüklerken bir yandan, tam da kötü bir şaka gibi, ‘model’ tartışması başlatılıverdi. ABD, Batı ve işbirlikçileri, Türkiye’yi, ayaklanmış halklara ‘model’ gösteriyor! Devrimci sürece müdahalenin bir biçimi olarak hiç de tesadüfi değil elbette. Kaldı ki, Ortadoğu ve Arap halkları açısından bir nefret objesi durumundaki ABD ve Batı, kendilerini ‘model’ gösterecek değillerdi ya! Bölgedeki gelişmeleri kendi lehine yönlendirmeyi ketleyen birçok nedeni var Batı’nın. Türkiye gibi Müslüman tandanslı bir partner, küresel stratejiler denkleminde elbette ‘model’ gösterilecektir. Bu anlaşılırdır.
Ama bizim açımızdan asıl acı veren, sıkıntı yaratan, bu ‘model’ reklamının, yansıtılan ‘zahiri’ Türkiye imajına kanmış Arap halkları nezdinde de etkisinin görülebildiğidir. Örneğin Tahrir’deki isyancılar arasında bile, “Biz Türkiye modeli istiyoruz” diyenleri izleyebildik. Onlar Mübarek diktasıyla kıyaslandığında daha ‘normal’ görünen bir rejimi tercih edebiliyorlar, ‘yoksun’ olana özgü bir abartı duygusuyla elbette.
Tam da burada, ‘model’ meselesinin bizler açısından çok önemli bir boyutu ortaya çıkmaktadır.  
Bu düzeni sarsacak, sıkıştıracak örgütlü bir halk muhalefeti olabilseydi, ‘model’ gevezelikleri bu kadar kolay ve pervasızca yapılabilir miydi acaba?
Türkiye’nin emek ve demokrasi güçleri, “model”in ipliğini pazara çıkaracak bir güç ve etkinlikten hala yoksundurlar ne yazık ki. (Kürtlerin yıllara uzanan kalkışması da batıdan tamamlanmadığı için Türkiye düzeninin model olarak gösterilmesini engellemeye yetmiyor.) Bu düzeydeki bir ‘ucube’ demokrasi karikatürü ‘model’ olarak sunulabiliyorsa ve en acısı da bu yanılsama isyan halindeki Arap devrimcilerde bile şu ya da bu düzeyde karşılık bulabiliyorsa, sorumlusu kimdir? Ülkenin emek ve demokrasi güçleridir. Bu güçlerin, siyaset tablosundaki muhalefet boşluğunu dolduramıyor oluşlarıdır.
Bu boşluk doldurulamadığı sürece; muhalefet, “Mübarek bize Kürt meselesinde yardımcı olmuştu, neden vefa göstermiyorsun” diye Başbakana çıkışan Kılıçdaroğlu’na kaldığı, CHP ile AKP arasındaki siyaset arenasına müdahale edebilecek bağımsız bir güç ortaya konulamadığı, her devrimci demokrat yol haritasını bu strateji üzerinden çizmediği sürece, bu “model geyiklerine” daha çok tanık olacağız demektir…
Tahrir meydanında bile lafı edilebilen ‘model’ yanılsamasının vebalini, boyunlarımıza asılmış madalyalar olarak taşımaya devam mı edeceğiz? Devrimci durum içindeki Arap halklarının bahşettiği bu son devrimci coşku ikliminde payımıza düşen böylesi bir mahcubiyeti de duyumsamak, en azından enternasyonal bir sorumluluk gereğidir. Ortadoğu ve Arap halklarının Türkiye yanılsaması, en başta, emek ve demokrasi güçlerinin dağınıklığı, güçsüzlüğü ve devrimci demokratik cephesizliğin kefareti oluyor yani. Türkiye’nin her samimi devrimci demokratı, Arap isyanının coşkusunu yaşarken, bir yandan da bu mahcubiyeti hissetmelidir. Geleceğe dair değiştirme azim ve umudunu kışkırtarak bir motivasyon dinamiğine dönüştürülebileceği için, bu, utanılası değil, devrimci bir mahcubiyettir aslında.
Türkiye model ülkeymiş!
Böyle ise eğer, kendi hesabımıza, Türkiye’deki emek ve demokrasi mücadelesinin dünya siyasetinin stratejik düğüm noktaları durumundaki Ortadoğu ve Arap coğrafyası için çok daha yakıcı bir önemde olduğu sonucunu çıkarmamız ve bu sorumlulukla önümüze bakmamız gerekmez mi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...