23 Temmuz 2011 09:58

Nereden nereye..!

Nereden nereye..!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Silvan’daki çatışma ve Demokratik Özerklik ilanı sonrası yaşanan gelişmeler, yapılan tartışmalar, Kürt meselesine dair “güvenlikçi” yaklaşımın korunduğunu bir kez daha gösterdi.
Biçimler, ‘konseptler’ değişiyor, öz değişmiyor!
AKP iktidarının şekillendirdiği ‘yeni hegemonya’nın Kürtlere dönük ambalajında “bakın herşeyi tartışıyoruz işte, nereden nereye geldik...” süslemesiyle gizlenen de o riyakar güvenlikçilik yine...
TV programlarında belirli formatlarda kurgulanmış laf tüketme matinelerini ‘çözüm’ diye belletmeye, aklınca “şefkat” bahşederek Kürdü teskin etmeye çalışan ve ama onun gerçeğini, hele örgütlü ve mücadele eden, hak arayan dinamik gerçeğini görmezden gelen riyakarlığın deşilip ortalığa saçıldığı günlerden geçiyoruz işte...
“Çok şefkat, az tanıma” paketleriyle alınan mesafe ortada...
Şimdi biz soralım; sahi siz neyi tartışıyorsunuz?
Nereden nereye geldik, diye övünüyorsunuz ya, gerçekten de, nereden nereye geldiniz?
“İyi Kürtler-kötü Kürtler”, “Güvercinler-Şahinler” gibi, ‘bölmek’ üzerine kurulu fabrikasyon harpçilik kalıplarına eklediğiniz “İyi PKK-derin PKK”, “İyi Öcalan-kötü Kandil” şeklindeki akıl fikir fukaralığına örnek gösterilebilecek “dahiyane” açılımlarla aldığınız mesafeyi bir kez daha görmüş olduk!
Diller, lügatler bölmeye ayarlanmış, tedavüle sokulmuş ve bir de Kürtlere çağrı yapılıyor:
“Türk tarafı koskoca bir orduyu, onun yargı, bürokrasi, medya ve iş dünyasındaki uzantılarını inine sokarken, Kürtlerin beş bin kişilik bir silahlı gücü terbiye etmeye yanaşmamaları düşünülemez”! (Markar Esayan-Taraf)
Kadıköy’deki terastan bakınca böyle görülüyormuş demek; “beş bin kişilik silahlı gücün terbiyesi”!
“Türk tarafı” dediği AKP’nin terbiye ettiği Türk ordusunun 30 yıldır “terbiye edemediğini” Kürtler etsinmiş...
Meseleye talim-terbiyeci güvenlik kodlarıyla çözüm önerme ‘terbiyesizliği’, bu yeni hegemonyanın liberallerine ne de yakışıyor böyle.
El hak, Kürtlerden korucu devşirip PKK’yi “terbiye etmeye” kalkan o malum kışlacılıktan bugünün AKP’ci-sivilci liberaline gelinceye dek alınan mesafe gerçekten de başdöndürücü!
Evet, siz neyi tartışıyorsunuz şimdi?
Öcalan ile görüşmeler sürerken bir yandan, yorgun askerleri vurmak nasıl bir barışçılıkmış!
Doğrusu gözyaşartıcı bir ‘barışçı’ soru bu; ama ikiyüzlüce...  
Silvan’da yaşanan bir çatışma değil miydi yoksa?
Hayatını kaybeden o “yorgun askerler” ile PKK gerillaları piknik yaparken karşılaşmadıklarına göre, sorgulanması gereken başka bir şey olmalı herhalde.
Bu ülkede, tek taraflı ateşkeslere karşın sürdürülmekte ısrar edilen bir savaş var ve asıl konuşulması gereken de bu değil mi?
Şimdi, ikiyüzlüce sorulan o sorunun birazcık haklı olabilmesi için daha önceden çok sorduğumuz şu sorunun yanıtının verilmesi gerekmiyor muydu:
Tek taraflı ateşkesler sürerken, üstelik Öcalan ile görüşmeler yürütülürken yapılan askeri operasyonlarda öldürülen PKK’liler, KCK operasyonlarında tutuklanan binlerce Kürt siyasetçi, seçilmiş milletvekilliklerinin gaspı... devletin savaş ısrarının göstergeleri değil miydi acaba?
Bu soruyu ve yanıtını atlayarak, bugün “Kürtler barış aramıyor” demenin, ‘barış’ denileni, PKK’nin teslim olması ya da tasfiye edilmesiyle özdeşleştiren o klasik ‘terörle mücadele’ yaklaşımından beslendiğini bilmek çok da zor olmasa gerek.
Evet, nereden nereye gelmişiz gerçekten!
Sokaklara salınan linç sürüleri, Başbakan’ın “farklı yöntemler kullanacağız” söylemine eşlik ederken...
Bir zamanlar sokaklarda yakılan Öcalan figürlerinin yerini Selahattin Demirtaş kuklaları almışken, ne kadar da yol alınmış gerçekten de...
Kürt kızı Aynur’a Kürtçe söylediği için yapılan faşist saldırının yorumları yapılırken araya sıkıştırılan o zehirli ‘hoşgürü’ cümleleri de bunu anlatmıyor mu zaten:
“Şehit on üç askerimizin ertesinde, toplumdaki duyarlığı dikkate alarak, Kürtçe şarkı söylemese ya da bir de Türkçe okusaydı olmaz mıydı?”!
Tam da bu işte; çözümü Kürdün kendisinden ödün vermesinde, Kürdün kendisini eksiltmesinde aramak!
Kürt Kürtçe söylesin, konuşsun ama “gerektiğinde” konuşmasın, söylemesin...
Bu “gerektiğinde” demokrasisine razı olsun, bakın eskiden hiç konuşamazdı, hiç söyleyemezdi...
Riyakar denklem bu ve bu denkleme dair söylenebilecek en güzel sözü, Aynur’u sahneden indiren “eğitimli-cazsever” faşistlere dair yazan Mutlu Tönbekici’den ödünç alarak söyleyelim:
“Kürtçe değil Kürtçesizlik öldürdü senin askerini!”
Durum budur, ve bütün bu ikiyüzlü gürültü, sokaklara sürülen bu ırkçı hışım aslında Silvan meselesinden değil.
Demokratik Özerklik ilanından...
Bakmayın yetkili zevatın bu ilanı “yok hükmünde” saymasına...
Görülecektir ki, asıl hayatın yok sayıp saymaması önemlidir...
(İlanın zamanlaması tartışması da kafa karıştırıcı bir teferruattır sadece, ilan ile inşa içiçe gerçekleşen süreçlerdir genellikle.)
Kürtler statü arayışından vazgeçmiyor, vermezseniz biz kendi yaşamımızı bildiğimiz gibi örgütleyecek, inşa edeceğiz diyorlar.
Bundandır rahatsızlıkları...
Sığındıkları son mevzi, Kürt-Türk çatışmasını göze alabilecek bir gözükaralıkla sokakları faşistleştirip çözümsüzlüğü toplumsallaştırmaktır.
Nereden nereye geldik, değil mi?!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...