14 Aralık 2014 02:55

Erdal...

Görüşmemizden üç gün sonra, 13 Aralık... Her gün erken gelir gazetemiz fakat bugün, öğlen olmasına rağmen gelmedi... Koğuşta bir sessizlik...

Paylaş

“Sayılmayız parmak ile
Tükenmeyiz kırmak ile
Başkasından sormak ile
Kimse bilmez ahvalimiz”

Selmane ERTEKİN

O gün doğanlar bugün koca adam oldular, belki çoğu çoluk çocuğa karıştı. O gün 17’sinde olanlar bugün nine, dede oldular. Ama o “küçücük gözleri, incecik elleri, kocaman yüreği” ile hep 17’sinde kaldı arkadaşlarının, dostlarının, yoldaşlarının ve uğruna gözünü kırpmadan darağacına gittiği halkının gözünde, yüreğinde...

HER 13 ARALIK YAKLAŞIRKEN...

Telefonum çaldı, karşımdaki Evrensel İstanbul bürodan Çağrı Sarı. “Abla yanlış hatırlamıyorsam sen Erdal Eren ile aynı cezaevindeydin değil mi?” Evet... “Abla Erdal’la ilgili bir anı yazabilir misin?”...
Olur Çağrı...
Her 13 Aralık yaklaşırken Erdal’la yürüyorum sokaklarda, caddelerde 34 yıl önce  anlattıklarımı anlatıyorum Erdal’la.
1980 yılı bir temmuz sonu ben Mamak Askeri Cezaevindeyim. Koğuşa girdim ve bütün kadınlarla tanışdıktan sonra aynı örgütten kadın arkadaşlarımla bir köşeye çekildik. Çok iyi hatırlıyorum. Erdal Eren’i görme şansımın olup olmadığını soruyorum arkadaşlara ...Meral Bekar aynı havalandırmaya çıktığımızı ve göreceğimi söylediğinde... Sanki benim Erdal’a anlatacaklarımla Erdal o an özgürlüğüne kavuşuverecekti. Havalandırma anı gelip çattı. Erdal’la aynı yaştayız. Uzun ince bedeni narin, pırıl pırıl gözler, gülen bir yüz... Penceremize doğru geliyor, her havalandırmaya çıktığında önce kadın arkadaşlara selam verirmiş. Arkadaşlar tanıştırıyorlar. Fakat Erdal’ı ben Hacettepe’de yapılan Ankara Ortaöğrenimlilerin (ANOD) toplantılarından tanıyorum. Çok karşılıklı konuşamasak da. Merhabalaşıyoruz  “Hoş geldin” diyor gülerek. Dışarıda senin için çok güzel şeyler yapılıyor diye anlatmaya başlıyorum. Pencerenin yüksekliği Erdal’lın boyu, hemen hemen görüş alanıma denk. Ülke çapındaki ve uluslararası kampanyadan ve bu kampanya çercevesinde insan hakları örgütleri, sosyalist partiler, birçok kurum ve kuruluşların  Türk hükümetine gönderdiği  mektuplardan bahsediyorum. Dinliyor... Sana verilen haksız idam engellenecek... Dışarıda mücadele devam ediyor.. Erdal’da gördüğüm tek şey kendisi için tek bir kaygı taşımadığı... Bizim kendisi için taşıdığımız kaygıyı anlıyor. Kendisi için verilen mücadeleye saygı duyduğunu söyledi. Erdal bizim, onun idamına inanmadığımızı biliyor muydu? Bilemiyorum, fakat Erdal emniyet ve cezaevi sürecinde daha da iyi çözmüştü devletin yapısını  ve yükselen mücadelenin karşısında  işçilere emekçilere göz dağı vermek için bir kurban istendiğini...

28 AĞUSTOS KATLİAM GÜNÜ

Hemen her havalandırmada görüşüyoruz Erdal’la, Erdal havalandırmada Kurtuluş davasından idamla yargılanan Necdet Adalı ile basket oynuyor. Kan ter içinde, şakalaşarak...
Günlerden 28 Ağustos. Koğuş arama bahanesiyle havalandırmaya çıkartılan erkeklerin üzerine bir anda çatılardan ellerinde silahlarıyla komandolar atlıyor kısa bir süre içinde kırılmadık dökülmedik, kanı akmayan tek kişi bırakmıyorlar. Bir kişi öldürülüyor, katliam yaşanıyor o gün orada...Ve Erdal’ı uzun bir süre göremiyoruz havalandırmada. Tek çıkartılıyor günler sonra havalandırmaya, işkence yapıyorlar Erdal’a. Tek bir kez ama tek bir kez dahi eğemiyorlar kafasını yere. Hakaret ediyorlar. Pencere arasından bakıyoruz. Yürek dayanmıyor... Acısını yüreğimizde yaşıyor... Ağlıyoruz...
Cezaevine geldiğim ilk günden beri görüş gününde Erdal’la birlikte anons ediliyor adımız. Süre çok kısa... Ailemle görüşüp getirdikleri eşyaları almak için sıraya geçiyorum. Erdal’ı görmeliyim. Tek kişilik  hücreye alındığını biliyorum... Bir hücre var tam karşımda ama karanlık... Sıra bana yaklaşdıkça arkaya geçmeye çalışıyorum. Eğiliyorum hücrenin içini görmeliyim. Evet Erdal... Bir kibrit yakıyor yüzüne tutuyor, heyecanlıyorum... Yapılan bunca işkence karşısında gülüyor, gözlerimizle konuşuyoruz Erdal’la. Bir kibrit daha yakıyor kollundaki saati gösteriyor, anlamaya çalışıyorum... Yakalanıyorum. Komutan “Ne yapıyorsun sen öyle?”... Cevap vermiyorum... Gözlerim Erdal’da, son kibrit gülerek el salıyor... Ben iyiyim, mutluyum... Hoşça kalın...

HER YER ERDAL EREN

Görüşmemizden üç gün sonra, 13 Aralık... Her gün erken gelir gazetemiz fakat bugün, öğlen olmasına rağmen gelmedi... Koğuşta bir sessizlik, sıkıntı herkes bir şeyler tahmin ediyor, fakat konuşmuyor... Öğleden sonra herkesin gözü koğuş kapısında... Kapı altından iteleniyor gazeteler, ranzada oturanlar atlıyor yere,  koğuşta volta atanlar hücum ediyor gazeteye... Elline gazeteyi geçiren arkadaşın düğümlenmiş bir sesle Erdal dediğini hatırlıyorum... O an yürekleri çatlatan koca bir sessiz çığlık... Erdal bütün koğuşlara dalga dalga ulaşıyor, Erdal oluyor Mamak Cezaevi....

ÖNCEKİ HABER

Her şey huzurumuz için

SONRAKİ HABER

O genç bir yiğitti O, bir komünistti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...