06 Aralık 2014 13:54

Eşitliği unutun adalete gelin

Ama, sadece Amerika’yı Müslümanların keşfettiğini keşfetmek de yeterli değildi. Cumhurbaşkanı çok yerinde bir hareketle “adalet”i keşfetti!

Paylaş

Cevriye AYDIN

Sigara içene sataştıktan, basın mensuplarını azarladıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika’yı Kristof Kolomb’dan önce Müslümanların keşfettiğini söyleyerek bütün dünya tarihini alt-üst etti! Fakat ne yazık ki, Fethullah Gülen bu keşfi önceden yapmıştı! Akit Gazetesi’nin bildirdiğine göre Gülen 2007 yılında şöyle demişti: “… Bering boğazı bazan buzlarla kaplandığında, bugün dahi Rusya'dan Amerika'ya geçmek mümkündür. Hem, böyle bir mesafe en ibtidâî sallarla bile geçilebilir. Nitekim, modern gemilerin olmadığı bir devrede, Kristof Kolomb'dan evvel müslüman seyyahların, hem atlarını da beraberlerinde yükledikleri gemilerle Amerika'ya geçip orayı keşfettikleri bugünün araştırmacılarının büyük bir çoğunlukla kabûl ettikleri açık bir gerçektir…”   
Keşif tartışmasına bakan Fikri Işık da bir ‘ışık’ tutmuştu: Dünyanın küre olduğunu da Müslümanlar keşfetmişti! Böylece küffarın elinden bütün haksız yere gasp ve işgal ettiği bilim kalelerini tek tek geri almak farz ve bu şerefe nail olmak da bize kısmet olmuştu! Rabbimize hamdü senalar, şakirine şükürler; bize fakr-u zaruret, keşf-ü hakikat yeter!
Ama, sadece Amerika’yı Müslümanların keşfettiğini keşfetmek de yeterli değildi. Cumhurbaşkanı çok yerinde bir hareketle “adalet”i keşfetti! Şöyle ki kısa bir süre önce yaptığı konuşmada “... Bugün bizim küresel sorunların her birinde asıl ihtiyacımız olan adalettir. Adalet mülkün temelidir. Bu çok önemli. Irkçılığın çözümü adalettir. Beyaz adam ile siyah adam arasındaki ayrımcılığı kaldırmanın yegâne yolu adalettir. İslamafobianın da çözümü adalettir. Çevre kirlenmesinin demokrasi ihlallerinin gerçek çözümü adalettir. Yoksulluğun işsizliğin azaltılmasında ihtiyacımız olan yegane duygu adalettir. Aynı şekilde küresel ölçekte kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların çözümünde yegane başvurulacak yol hiç kuşkusuz adalettir…..” diyerek, sekiz cümlede sekiz kez “adalet” demeyi başardı ve keşfini böylece tamamladı!
Eh siz “çok şükür tamamladı” diyeceksiniz, ama kazın ayağı öyle değil. Sayın cumhurbaşkanı, bu “adalet” kavramı üzerindeki derin tefekkürleriyle aslında mevcut dünya düzeninin felsefi temellerine öldürücü bir darbe indiriyordu. Nasıl kapitalist burjuva düzeni,” hak ve hürriyet” diye bir şey icat edip kaç yüzyıldır bütün dünya devletlerinin, hükümetlerinin başını ağrıtan insan hak ve özgürlükleri manzumeleri; Evrensel Bildirge, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ekonomik Sosyal Haklar, Halkların Hakları, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi, Çocuk Hakları, vb.. bir dizi batı kaynaklı hak ve özgürlük üzerine hukuk düzeni oluşturuyorsa, neden biz kendi bin yıllık devlet tecrübemizden, kültür ve geleneklerimizden en önemlisi dini kaynaklarımızdan kalkınarak “yeni bir dünya düzeni” ve bu düzeni anlatacak kavramlar, teoriler üretmeyelim? Değil mi ki, Osmanlı, doğunun da batının da bütün kültürel kaynaklarını kucaklayacak bir genişlemeye erişmişti; neden biz bu gelişmenin teorik alt yapısını geliştirip, bu kaos halindeki dünyaya yeni bir umut olmayalım?
Cumhurbaşkanı Erdoğan,  bize son derece rasgele ve son derece nevi şahsına münhasır laflar eden, ezberler bozan ve hatta son zamanlarda iyice saçmalayan bir surette görünüyorsa da  işin aslında o, gayet bilinçli, ısrarlı, hedefi belirli bir gayretkeşlik içinde..
Bu gayretkeşliğinde ihtimal ki, AKP teşkilatını ve hükümeti tam bir biat içinde ve her an emre amade bir çelik çekirdek olarak göremiyor. Evet, Davutoğlu Başbakan oldu, ama mizah dünyasının tanımıyla “fotokopi” başbakan. Diğerleri de vaziyeti idare ediyor görünseler de yeni seçimler eşiğinde Erdoğan’ın kendi etkisini güçlendirmek için yeni teçhizatlara ihtiyaç var!

MAAİLE İŞ BAŞINDA
Öyle bir etki yaratmalı ki; bir yandan hükümet gündelik işleri görürken, öte yandan Erdoğan, köşesinde oturan, temsili bir şahsiyet değil, fikren ve zikren kitleleri peşinden sürüklemeye devam eden ve kendinden geri kalan her şeyin sadece işlevini yerine getiren bir makinenin  vidaları gibi sessiz ve uyumlu çalıştığı, kendisinin ise parlayıp, gürlediği bir ülke olsun Türkiye!
Erdoğan kendi işini hiçbir zaman hiç kimseye bırakmamış bir şahsiyettir. Nitekim bu işi de kimseye bırakacak değildir! Derhal bütün aile fertleri, atlattıkları onca badireden sonra daha deneyimli olarak Erdoğan’ın eli, kolu, dili, olabilecekleri her şeyi olmak üzere örgütlü bir güç halinde reorganize oldular. Maaile militanca çalışmaya başladılar! Gerçekten haklarını teslim etmek lazım; Bilâl’den Sümeyye’ye, Erdoğan’dan Emine Hanım’a bütün aile her gün her saat her dakika işbaşında. Çalışanı Allah da sever, kulu da…
Tayyip Erdoğan, “adalet” kavramına denize düşenin yılana sarıldığı gibi sarıldığında her derde deva bir sihirli kavram keşfettiğinin farkındaydı. Ülkede gerçekten hiç olmayan ve yokluğu en fazla hissedilen bu sihirli kavram Erdoğan’ın gelecek tasarımları ile birlikte düşünülünce adeta bir can simidi manası kazandı. Gerçekten hiç olmadığı için en gerekli ihtiyaç haline gelen “adalet”;  onu kendi kişisel ve sınıfsal çıkarları için yok edenlerin en tepesindeki Erdoğan’ın elinde tehlikeli bir silah haline geldi. Ve silahı, uyandığında en tehlikeli olacak kesimi yeniden kazanmada kullanmaya başladı:
“Kadın erkek eşitliği diyorlar. Erkek erkeğe eşitlik doğru olandır. Kadın kadına eşitlik doğru olandır. Kadının adalet karşısındaki eşitliği aslolandır. Mağdur olanın mağdur eden seviyesine çıkartılmasıdır eşitlik. Kadınların ihtiyacı olan eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmek yani adalettir. Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz çünkü o fıtrata terstir. Çünkü fıtratları farklıdır. Örneğin iş hayatına hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz. Kadınların erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız komünist rejimlerde geçmişte olduğu gibi. Eline verin kazma küreği çalışsın. Onun narin yapısına ters düşer. Anadolu’da da bu yapılmadı mı. Sırtına yüklediler küfeleri o analarımız neler çekti. Kamburları çıktı. Hala böyle mi devam etsin bu iş. Erkek de kahvede pişpirik oynasın, zar atsın. İşte onun için eşitlikten ziyade eşdeğer kavramını yani adalet kavramını bu meselede en önemli kriter olarak görmek zorundayız”
Bütün aile tek bir yönetim aygıtının çelik çekirdeği şeklinde çalışmaya başladığı için Emine Erdoğan da Ak Saray’da verdiği ilk davette kadın konusunda çalışan STK temsilcilerine;
"Bu süreçte, kadının doğuştan sahip olduğu hakların sorunlu algılara kurban edildiğine şahit olabiliyoruz. Toplumun erkeğe yüklediği kimi rollerin, erkeği şiddete meyilli, kaba ve merhametsiz davranmaya yönelttiğini görüyoruz. Dinî olarak da temeli bulunmayan bir takım anlayışlar zaman zaman ailelerin huzuruna gölge düşürebiliyor. Oysa aile içinde adalet üzerine inşa edilmiş bir kadın-erkek ilişkisi mutlu ve sağlam bir ailenin en büyük teminatıdır. Kadınıyla, erkeğiyle tüm toplumu bu konuda daha çok düşünmeye davet etmeliyiz kanaatindeyim"
diyerek, aynı minvalde kadın-adalet bağlantısı içinde çözüm üretmeye başladı. Her ikisi de farklı toplantılarda aynı konuları –yetenekleri ölçüsünde– işlediler.
Hatta Cumhurbaşkanı, kızının YK Başkanı olduğu KADEM Vakfını övdüğü konuşmada asıl niyetini açıkça ortaya koyan şu sözleri etmekten de geri durmadı:
"Kadınların hak mücadelesinin eşitlik kavramına takıldığını, adalet duygusunu ıskaladığını gözlemliyoruz" dedi.

EŞİTLİK BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL!
Evet cumhurbaşkanın ağzındaki bakla şu ki; ey kadınlar, eşitliği unutun, adalete gelin!
Peki, eşitlik olmadan adalet nasıl olacak? Bu tartışmayı başka bir sefere erteleyelim.
Ama bu gelişmeleri, yarın önümüze hangi hamleler gelecek diye tercüme etmeye çalışalım.
Cumhurbaşkanı; hem kadınların, hem erkeklerin ayrı ayrı bütün kesimlerin tek amiri, tek teorisyeni, tek zabıtası, tek polisi, tek imamı, tek öğretmeni, –sıralayabildiğiniz kadar meslek ve işlevi ekleyebilirsiniz– yani “her şeyi” olmak istiyor.
Bu isteğinin de düşünsel bir temeli, ideolojik dayanakları, bugüne dair sözleri olması lazım. Eh, bu ara batıya efeleniyoruz!  Anti-batı bir özelliğinin de olması lazım. Bu da anti-insan hakları bir düşünsel temel olarak inşa edilebilir. İslama da uygun. Onun yerine de gerçekleştirmek istemediğiniz zaman her daim işe yarar parıltılı bir kavramı “adalet”i karşıt bir kavram gibi işleyebilirsiniz. Erdoğan bunu yapıyor. “Hak ve özgürlük tu kaka, ve batıya ait; adalet iyi ve doğru, doğuya ait” şeklinde bilinen zihin bölme ve taraf etme yöntemini kullanıyor.
Tabii ki, her zaman olduğu gibi, en güçlü desteği olan kadınları hedefleyerek konuşuyor. Ve işçi sınıfı ve partisi tarafından henüz kazanılamamış kadın kitlelerini gerici emellerinin güçlü dayanakları haline getirmek istiyor.
Bu sebeple de cinsler arasındaki biyolojik farkları ve toplumsal cinsiyet değerlerini arkasına alarak yine deyim yerindeyse, kadın avcılığı yapıyor. Eşitlik erkeğin emzirmesi, kadının sakal-bıyık bırakması değil!
Bu halk, bu kadınlar biyolojik farklarla sosyal olguları birbiriyle tartacak kadar da zekâ yoksunu değil! Eşitlik, haklarda, özgürlüklerde eşitlik; yaşamın her alanında baskısız ve engelsiz aynı sosyal, ekonomik, siyasal vb. koşullara sahip olmak. Sadece çocuk doğurma özelliği var diye, eve tıkılmak zorunda kalmayacağı, ikinci sınıf muamelesi görmeyeceği imkânlara sahip olmak; engellere ve külfetlere değil, kolaylık ve imkânlara sahip olmak demek! Öncelikle bu zihniyet açıklığına aynen Erdoğan’ın göklere çıkardığı Ortaçağ zihniyetine tanındığı kadar ifade ve yayılma eşitliği, yaşam hakkı tanımak demek!
Öte yandan Erdoğan, Gülen hareketini suçladığı her şeyi kendisi yapıyor:
Paralel ideoloji, paralel politika, paralel başbakanlık, paralel hükümet (aile üyelerinden oluşan çelik çekirdek) paralel karargâh, paralel özel ulaşım ve iletişim araçları. Paralel kadın örgütü, paralel STK’lar, vb.
Korkarız ki cumhurbaşkanı, AKP’ye  paralel,  AKSARAY Partisi de kuruyordur.
Geçmiş halkın karşısına, Suriye’den gelen misafirlerinin anlattığı iç burkan olayları aktarıp, Orhan Gencebay’a gönderme yaparak, “Batsın bu dünya!” diyerek, daha önce defalarca batmış olan eski dünyayı gösteriyor, “paralel/alternatif dünya” olarak…

Biz de ona Fatma Girik’in sözleriyle yanıt verelim: “..Kadınlar erkeklerin olduğu her şey oluyor. Başbakan oluyor, hâkim oluyor. Fakat konu kaba kuvvete ve bilek kuvvetine gelirse istisnalar dışında dünya çapında bir Muhammed Ali olamıyor kadınlar. Ama günün birinde öyle bir kadın(lar) çıkar ki istisnalar kaideyi bozar ve vurdu mu oturtur…”


O işçileşmiş bir ev kadını;
fıtratında yol inşaatında kazma kürek sallamak var.
Çalışmasın da ne yapsın?

Erdoğan’ın “…Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız komünist rejimlerde geçmişte olduğu gibi. Eline verin kazma küreği çalışsın. Onun narin yapısına ters düşer..”
Sözlerine de Bursa-İzmir yolu üzerinde taşeron firma namına sabah saat 08.30'dan akşam 16.30'a kadar soğuk hava şartlarında kazma kürek sallayan 12 kadın işçiden 75 yaşındaki Sabriye Acar’ın sözleriyle yanıt verelim:   “Sabahtan akşama kadar 35 lira yevmiyeyle çalışıyorum. Evimde yatalak kocam var. ‘Gelsin de sobamı yakıversin' diye kapıdan bakıyor. Çalışmayayım da ne yapayım”.
Yine Mersin Sebze ve Meyve Hali’nde çalışan kadın işçiler, günde 10-12 saat dizleri üzerinde 55 TL yevmiye karşılığında çalışmak zorunda kalıyor. Çalışma şartlarının düzeltilmesi ve yevmiyelerinin 60 TL yapılmasını isteyen kadın işçiler 29 Ekim’de iş bırakmıştı. Günlük 55 TL karşılığında sigortasız ve güvencesiz olarak çalıştırılan işçi kadınlar, çalıştıkları işçin çok ağır ve yorucu olduğunu dile getiriyor. Zor koşullara rağmen paketleme işinde çalışmak zorunda olduklarını söyleyen kadınlar evde de yemek, temizlik yapmak, çocuklara bakmak mecburiyetinde olduklarını belirtiyor.
Son yanıt da Denizli’de, 300 kişinin çalıştığı mermer ocağının sahibi olan Mehmet Eyüpoğlu’ndan: "Fabrikamızda çalışanların yüzde 50’si kadın. Biz kadın çalışanlarımızdan erkeklere göre daha fazla verim alıyoruz. Kadın işçilerimiz eskiden bu kadar çok değildi. Son yıllarda sanayinin geldiği noktada biz 7 sene önce işçi bulmakta zorluk çektik. O zaman kadın işçi alma kararı aldık ve başladık. Başladığımız günden beri gördük ki bu iş kadınlarla daha verimli oluyor.
Buradaki ucuz emek sömürüsüne gözümüzü kapatmıyoruz ama, ülkenin gerçekleri Erdoğan’ın başta kadınların ve sonra tüm halkın bilincini çarpıtma manevralarını boşa çıkarıyor. Kadınlar, bütün kötülüklerin; Erdoğan’ın yeniden tüm ülke halkını kazanmaya çalıştığı siyasi ve dinci gericiliğin fıtratında olduğunu öz deneyimleriyle öğreniyorlar…

ÖNCEKİ HABER

Barak ne yana düşer, Vatan ne yana düşer

SONRAKİ HABER

Kapımız, birbirimize de mücadeleye de ARALIK olsun...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...