Güneşli günlere inancı sönmeyen bir kadının hikayesi
Böyle zor bir öyküydü onunki. Ama hayatın bir ucundan tutunma gayreti de yaşama dair umutları da hiç sönmemiş Sevcan’ın.

Çocuk yaşta çalışmak durumunda kalan Sevcan, günlük 30 liraya 10 saat, saati 3 liraya çalışıyor ve emekli olabileceğini düşünmüyor… “38 yıllık hayatımda 28 yıl çalıştığım halde sadece ve sadece 3 yıllık sigortam var. Bunca yıl bir işçi olarak yaşadıklarıma dair artık bir şeyi biliyorum. Hakkımızı patronlara yedirmemeli, mücadele etmeli ve bu sorunların üstesinden gelmeliyiz. Biz işçiler yan yana durabilmeliyiz.”
Tokat’ın bir köyünden Ankara’ya ve oradan da İstanbul’a uzanan bir hayat hikâyesiydi Sevcan’ınki. 11 yaşındaki küçük bir çocuğun kocaman dünyasında hayallerine sığamayacak, daha doğrusu hayallerinde barındıramayacağı kadar da zor gerçeklerdi onun yaşamı.
Hayat onu anne sıcağından, bir babanın güvenli kollarından ayırmıştı. Belki çok erken, ama gitmek zorundaydı. O zor koşullarda önce kendisi o köyden ayrılıp, belki sonra da ailesini oradan kurtaracaktı. Gitmesi gerekiyordu. Gidip, çalışıp, para kazanması gerekiyordu. Kazandığı parayla da ailesine yardım etmek.
Küçük yaşta para kazanmanın zorlukları, uğradığı iftiralar, güvencesiz iş koşulları ve her şeyden önemlisi onun yüreğini burkan bir aile özlemi vardı. Sevcan, izlerini taşıdığı hikayesini anlatıyor bizlere: “Köyde yaşıyorduk. Annem, babam ve 6 tane kardeşim ile kalabalık bir aileydik. Zor geçiniyorduk. İlkokulu bitirdikten sonra da Ankara’da bir aile, çocuklarına benim bakmamı istedi. Oraya giderken o kadar heyecanlıydım ki, tabi beni ne kadar zor günlerin beklediğini bilmeden. İlk defa anne babamdan ayrılıyor ve Tokat’tan dışarı çıkıyordum. Dışarıda ‘ha kayboldum, ha kaybolacağım’ korkusu vardı. Evle ilgili hatırladığım tek şey, bir arsanın kenarında olmasıydı. Lojmanlarda kalıyorlardı ve alışana kadar da bayağı zorlandım. Evde o zaman merdaneli makineler vardı ve ben 11 yaşındaydım. Evdeki bütün çamaşırları bana tek tek yıkattırıyordu ve o makineyi de açtırmıyordu. Gücüm belli tabi tam sıkamıyordum, kucaklıyordum çamaşırları ve asıyordum ipe. Ama 11 yaşında bir çocuk ne kadar iş yapabilir ki? Ailemin ne çektiğimden haberi yok üstelik. Mektup yazıyordum ama derdimi anlatamıyordum.”
‘ÇOCUK HALİMLE ÇOCUK BAKIYORDUM’
“Bir gün dışarıya çıktık gene çocukla. Ama anahtarı evde unutmuşuz. Abinin yanına gittik. Yolda herkes bize bakıyordu. Çünkü çocuk çocuğu taşıyordu. O abi geldi ve bizi eve götürdü. Sinirli bir şekildi dikkat etmem gerektiğini söyledi. Bağırdı ki zaten en ufak hatada bile bağırıyordu.” 9 ay sürmüş bu çocuk işçiliğinin ilk evresi Sevcan’nın. Anne babasının yanına dönmüş. “Köye dönünce alışmam da epey bir zaman aldı tabi. İki ay sonra amcamın çocukları, İstanbul’da apartmanda kapıcılık yapıyorlardı, bana yine bir ev işi buldular ve kendimi yine bilmediğim bir evde, bilmediğim insanların arasında buldum. Köyden gelmişim; tabi kılık kıyafetim belli. Abla beni görür görmez laflarıyla aşağılamıştı bile. Ve ben yine annemlere anlatamadım. Eve gelen diğer temizlikçinin uyuşturucu kullanan bir kızı vardı. Kız al sen ablanın terliklerini çantaya koy, eve götür. Olacak iş mi! Abla akşam dışarı çıkacak. E bakıyor terlikler yok. Bana iftira attı hemen. Döndü dolaştı bana bağırdı. Akşam oldu, yemek yiyoruz ama benim o kadar zoruma gitti ki, boğazımdan bir türlü yemek geçmiyor. Nasıl geçsin? Onlar salonda, ben mutfakta yiyorum. Kendi kendime düşündüm sonra, ‘O masanın bir köşesinde ben otursam ne olacaktı ki?’ ‘Nerde terlikler? Sen mi aldın?’ soruları kafamda dolaşıp durdu günlerce. Sonra bir gün o temizlikçi kadın aradı: “Kızım terlikleri almış sizden, çok özür diliyorum.” O telefondan sonra Sevcan, kendisine iyi davranmaya çalıştıklarını anlatıyor. Bu şekilde bir yıldan fazla da oraya dayanmış.
Sonra yine düşmüş köy yoluna. Bundan sonrasını yine kendisinden dinleyelim: “19 yaşıma gelmiştim. Sonra bir şey oldu. Ailem artık ‘büyüdün’ diye dışarıya çıkmama izin vermemeye başladı. 1 yıl sonra nişanlanırdılar zaten. 1 yıl sonra da evlendirdiler”… “İşe girmek istiyorum evde durmak istemiyorum” deyince Sekcan, eltisi karşı çıkmış “Daha yeni evlendin, komşular ne der sonra?” Direnmiş ve sonunda eltisinin çocuklarının yanında tekstil işçisi olmuş. “Orada bir buçuk ay çalıştım. Ama para alamıyorduk, çıktık işten. Yokluğun içinde oradan oraya sürüklenirken, bir de baktım karnım burnumda. Çocuk olduktan sonra da çalışamadım bir daha...”
YALNIZ DEĞİLİZ YETER Kİ YANYANA GELMEYİ BİLELİM
Yıllar geçmiş, 11 yaşındaki küçük işçi çocuk artık anne olmuştu, omzundaki yük ise, yılların yorgunluğu ile daha da artmıştı sanki. Şimdi bir lokantada çalışıyor Sevcan, senelik izni olmadan, sigortasız. “Günlük 30 liraya 10 saat, saati 3 liraya çalışıyorum. Çalışma saatimiz Ramazan ayında 12-13 saatlere kadar çıkıyor. Senelik iznimizi vermiyorlar. Emekli olacağımı düşünmüyorum. 8 saatlik çalışma hakkımı biliyorum. Sendikal hakkımı da… Ama bunu dile getirmeme izin vermediklerini de biliyorum. Yani özetle, 38 yıllık hayatımda 28 yıl çalıştığım halde sadece ve sadece 3 yıllık sigortam var. Bunca yıl bir işçi olarak yaşadıklarıma dair artık bir şeyi biliyorum. Hakkımızı patronlara yedirmemeli, mücadele etmeli ve bu sorunların üstesinden gelmeliyiz. Biz işçiler yan yana durabilmeliyiz.”
Böyle zor bir öyküydü onunki. Ama hayatın bir ucundan tutunma gayreti de yaşama dair umutları da hiç sönmemiş Sevcan’ın. Yaşamının en tozlu raflarından teker teker indirdiği o yorgunlukların, kırgınların arkasına sığınmayıp güneşli günlere olan inancını, yan yana durma çağırısıyla ifade ediyor. (İstanbul/EVRENSEL)
Evrensel'i Takip Et