23 Kasım 2014 05:12

Tepeden inme ‘uyum’

Faşizmin yaydığı baskıcı, yıkıcı, yok edici etkinin bir “muhabbet alanı”yla, berber dükkânı modellenmesiyle şekilleniyor “11’e 11”. Neredeyse nefes alışların bile kontrol altına alınacağı bir atmosferin içinden bütün baskıcı düzenlere “keşke hiç olmasaydınız, hepinize lanet olsun” selamı gönderiyor.

Paylaş

Fatma ONAT

Faşizmin yaydığı baskıcı, yıkıcı, yok edici etkinin bir “muhabbet alanı”yla, berber dükkânı modellenmesiyle şekilleniyor “11’e 11”. Neredeyse nefes alışların bile kontrol altına alınacağı bir atmosferin içinden bütün baskıcı düzenlere “keşke hiç olmasaydınız, hepinize lanet olsun” selamı gönderiyor.

70’lerin kült filmlerinden “Easy Rider”da Peter Fonda ve Dennis Hopper motosikletle yolculukları sırasında sözlü tacize uğrarlar. Sebep, Hopper’ın uzun saçlarıdır. Sonrasında şu minvalde bir diyalog geçer: “Onlar saçlarımızdan değil temsil ettiği şeyden korkuyorlar.” 11’e 11 tam da bu “temsil” edilen şeyin korkusunu yaşayıp saç kesimine zorunlu bir ölçü getiren düzenin odağında bir oyun kuruyor.  Meselesini herkesin “baştan” tek tipleştirilmeye çalışıldığı bir metaforla inşa ediyor. Oyunu değerlendirmeye sondan başlayalım: Bu oyunun meselesi “saç” değil, onun temsil ettiği şey.
Salona girip de eski bir berber dükkânı dekoruyla karşılaşmak tanıdık bir mahalle atmosferi içine gireceğiniz intibası oluşturabilir. Ancak oyun başlayıp da karakterler yavaş yavaş karşımıza çıktığında zamanın ve mekânın çok da “normal”imizi karşılamayacağını, bizi başka bir anlatının içine çekeceğini görmek mümkün oluyor. Bu iyi bir haber! İlgi çekici bir boyut kazanıyor atmosfer. Karşımıza çıkan usta da kalfa da “bildiğimiz” yerden selamlamıyor. Yabancısı olduğumuz, yadırgatıcı bir tavrın temsili olarak varlık göstereceklerinin işaretlerini veriyorlar. O zaman devreye giren merak yavaş yavaş yerini “mesele”yi hissetme, söylemin içine girme arzusuna bırakıyor.

OYUNBOZANLIK

Birkaç katman oluşturmaya çalışmış oyunun yönetmeni de olan yazarı Halil Babür. Bu katmanların fiziksel boyutunu ise bir üçgen ile kurmuş. Üçgeni berber dükkanının içi, dükkanın üst katı ve dışarısı olarak kurgulamış. Dükkanın içine dışarıdan gelen “üçüncü adamlar” Celil ve uzun saçlı genç adam içerisi-dışarısı bağlantısını kurmayı sağlıyor. Celil bir yanıyla haberci kimliğiyle var. Ama bu dürüst bir habercilikten öte güç yalakası sıradan vatandaş temsili gibi. Kraldan çok kralcı olanlardan. Hani gerçek hayattaki linç durumlarında öldüresiye taş ve sopa sallayan ölüm sonrası ortalıktan kaybolup son taşı kendisinin atmadığı üzerinden savunmaya geçenlerden. Varlığını “güç”e armağan etmiş bir “sıradan vatandaş”. Berber, düzen içinde hayatta kalmaya çalışan, “iyi” duygularını bastırmış, ne kendi gibi ne de istenildiği gibi olmayı beceremeyen derinden yaralı biri. Evren Erler’in performansı ve oyun için verdiği fotoğraf güçlü. Tiyatro sahnesindeki oyunculuktan çok sinemanın tekinsiz, dışa açılmayan karakterlerinin dokusunu taşıyor. Bir uzun metraj içinde onun hikâyesine odaklanma arzusu uyandırıyor. Kalfa rolünde Sercan Gülbahar bedenine verdiği biçimle, tavrıyla karakterinin dünyasına yaklaştırmayı başarıyor. Barış Gönenen oyunculuk sempatisini biraz kötüye kullanıyor sanki. Sahneye her gelişinde hava değiştiren bir etkisi var. Kısmen oyuna hoşluk katan fakat hikâyenin taşımaya çalıştığı yeri bozan bir oyunculuk biçimi. Karakterine taşıdığının ötesinde bir mizah yüklüyor. Albay temsilleri ise oyunu türler arası bir zeminde gezdiren portreler olarak çizilmiş. Tarzları, iletişim kurma biçimleri epiğe yakın olsa da bıraktıkları etki açısından gerçekçi bir tonları var. Genel olarak performansların kendi içinde tutarlılıkları olsa da kast seçimi olumlu görünse de özellikle Celil karakterinde çokça gördüğümüz karikatürize bir boyut var. Diğer oyuncular da yer yer bu boyuta kayıp, sonrasında durumu toparlıyorlar. Fakat bu kaymalar ara ara olunca oyunun ritmini bozan bir durum çıkıyor ortaya. Teknik olarak tercih edilenin ne olduğu noktasında bir kafa karışıklığı yaratıyorlar.

MALZEMESİNE KIYAMAYAN YAZAR

Bu oyunu eleştiri noktasında eksiklerden değil fazlalıklardan gidildiği gözden kaçmamalı. Seyre başladığımızda metnin inşa edildiği temel meselenin daha en başından oyunun isminde imlendiğini görüyoruz. 11’e 11 zamansız bir dünyada bütün saçların aynı en ve boy uzunluğunda tutulmasını zorunlu kılan belirlenmiş bir ölçü. Bunun dışına çıkanların başına neler geleceği distopik bir koridor. Zaten oyunun genel atmosferinde bu distopya hakim. Bilinmeyen zaman şimdiye de, yirmi yıl sonrasına da işaret ediyor. Bu noktada olumlu bir “zamansızlık” çizgisi yakalanmış. Fakat yazarın metnine ve zihnindeki malzemesine kıyamaması oyunun bir zaafı. Üst tarafın, alt katın, dışarının da aslında oyunun meselesine hizmet eden temel cümlesi aynı. Fakat yazar aynı cümleyi üç farklı katmana yayarken çok da ustalıklı davranamamış. Anne - oğul ilişkisi beklenildiği kadar anlaşılır ve güçlü biçimde kurgulanmamış. Havada kalan şeyler var. Metafor olarak varlığını kabul ettiğiniz bir durumun ürettiği anlamı çözmekle ilgili sıkıntılar bunlar. Üst katın varlığı, anne, hayvan maskeleri, uzun saç, kaynağına varılamayan sidik… O kadar çok tekrarlayıcısı var ki oyunun. Faşizmin yaydığı baskıcı, yıkıcı, yok edici etkinin bir “muhabbet alanı”yla, berber dükkânıyla modellenmesi fikri ve etkileyici reji bu oyunu yukarılara taşımaya yetiyor.  Fakat insan düşünmeden de edemiyor, fazlalıklarından arınması durumunda çok daha iyi bir yere taşınacak bir oyun bu. Hem seyir açısından hem de meselesi noktasında.

Oyun sezon boyunca Emek Sahnesi’nde!

İletişim: 216 545 7376

ÖNCEKİ HABER

Beter olalım

SONRAKİ HABER

Melek Tavus’un çocukları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...