16 Kasım 2014 04:24

Zeytindağı’ndan Kudüs’e, Kudüs’ten Yırca’ya bakmak

R.T. Erdoğan, başbakanlığı sırasında bir grup toplantısında yaptığı konuşmada sözü I. Dünya Savaşı’nın 100. yılına getirerek, mutlaka okunması gerektiğini düşündüğü bir kitabı gençlere önermişti. Kitabın adı “Zeytindağı” idi...

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

R.T. Erdoğan, başbakanlığı sırasında bir grup toplantısında yaptığı konuşmada sözü I. Dünya Savaşı’nın 100. yılına getirerek, mutlaka okunması gerektiğini düşündüğü bir kitabı gençlere önermişti.
Kitabın adı “Zeytindağı” idi ve yazarı… Orada o zamanlar epeyce gırgır konusu olan bir gaf yaptı ve kitabın yazarı olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun adını verdi. Sonradan kürsüye gelen bir nota bakarak yanlışını düzeltti. Zeytindağı’nın yazarı Falih Rıfkı Atay idi, Yakup Kadri değil.
Ama iddiasını sürdürdü, yazar değil kitap önemliydi. Gençler bu kitabı mutlaka, ama mutlaka okumalıydı. “Bizim nasıl bir millet olduğumuzu anlatan, 100 yıl önceki Türkiye’yi anlatan safahatı gençlerimiz mutlaka okusunlar.”
Ak gençlik, sahafları dolaşarak, kitapçıları yoklayarak kitabın peşine düştü. İnternet’ten, şuradan buradan bulunup okundu.  Ama başbakanın gafı, kitabın yazarının adını yanlış söylemesinden ibaret değildi. İster Yakup Kadri olsun, ister Falih Rıfkı, her ikisi de en koyusundan Kemalist yazarlardı ve Osmanlı hakkında da, Türklerin “nasıl bir millet” olduğu konusunda da asla Başbakan gibi düşünmüyorlardı.
Erdoğan,  eğer danışmanlarının dolduruşuna gelmeyip de kendisi okumuş olsaydı bütün gençlere önerdiği Zeytindağı’nda, Falih Rıfkı’nın hiç de hoşa gitmeyecek anılar aktardığını görecekti. Ve Erdoğan, kitabı değil gençlere önermek, yasak listesinin başına yazacaktı.
Geçenlerde yeni Başbakan Davutoğlu Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’ya yönelik iğrenç saldırıyı konu edindiği ve Osman Gazi, Edirne, Emir Sultan Hazretleri, Hazreti Ömer, Yavuz Sultan Selim vs. gibi isimleri çorba yaptığı Bursa konuşmasında “bilinsin ki, Suriye’nin de, Filistin’in de sahibi var. O sahip Türkiye Cumhuriyeti’dir. Kudüs bizim davamızdır, davamız olmaya devam edecek. Bugün bütün Bursa bizi bağrına basmışsa, biz onların gözlerinde ulu bir devlet bakışını gördük” vecizelerini savurdu.
Anlaşılan, Erdoğan’ın tavsiyesini yalnızca gençlere yönelik olarak kabul ettiği için o da Zeytindağı’nı okumamıştı.

BİZ OKUYALIM

“Çıplak İsa, Nasıra’da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman, altında, kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi.
Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz. Kamame Kilisesi’nin Hıristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu bilirsiniz, içerisinin her parçası ve kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdir. Anahtar bir hocada durur. Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın görevini yapıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin. Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.
Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam-Arap yahut yarı-Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rast geliyordum.”
1
Falih Rıfkı’ya bir felaket olarak görünen bu manzaranın yaratıcısı, yine ona göre, “emperyalist olmayı beceremeyen Osmanlı” idi. Filistin’i sömürge de yapamamış, vatanın bir parçası haline de getirememişti. Bırakın Arapları Türkleştirmeyi, Türklerin Araplaşmasını da önleyememişti.
“Birinci Millet Meclisi’nde Şer’iye Vekilliği etmiş, Eskişehirli bir Türk hocasının Türkler gibi ‘ve’ demek yerine, Araplar gibi ‘vua’ dediğini belki henüz unutmamış olanlar vardır. Suriye, Filistin ve Hicaz’da:
- Türk müsünüz?
Sorusunun birçok defalar cevabı:
- Estağfurullah! idi.
Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.
Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu.
Bizim emperyalizm, Osmanlı emperyalizmi, şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi: Türk milleti kendi başına devlet yapamaz! Kudüs’ün en güzel yapısı Almanların, ikinci güzel yapısı yine onların, en büyük yapısı Rusların, bütün öteki binalar İngilizlerin, Fransızların, hep başka milletlerin idi. Gür sakalları baharat kokan Dürzîler, saçları örgülü Yahudiler, elleri meşinleşmiş urban ve entarili Araplar, hepsi Türk ordusu Kanala doğru giderken, dar Suriye ve Filistin kıtasında iki safa ayrılmış:
‘- Geç yiğidim, geç!’  diyordu.
… Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi de kaybetmiştik.”

BOŞ BÖBÜRLENMEYLE ÖRTÜLEN GERÇEK

Peki, Erdoğan’a ya da Davutoğlu’na bütün bu Arap kıtasının “bizim, bize yadigâr kalmış ata toprağı” olduğunu söyleten ne?
Okumadıkları kitapları çocuklara önerenler, laflarının anlamından çok seslerinin yüksekliğine ve kullandıkları kelimelerin büyüsüne kapılacak kitleleri severler. Onların gözlerinde “ulu bir devlet” bile görebilirler!  Önemli olan söylediklerinin anlamlı olması değil, boş bir heyecan yaratmasıdır.
Osmanlı hakkında yalnızca masalsı ama yalan-yanlış böbürlenme cümleleri ezberlemiş olanların, güncel olarak gerçekçi ve halkın çıkarlarını gözeten bir politika izlemeleri beklenemez. Bütün dış politika stratejisi bir efsane dünyasının üzerine kurulmuş olan Davutoğlu’nun Kudüs hakkında söylediklerine belki yalnızca kendi cehaletine denk olanlar inanabilir. Ama bu temel üzerinde inşa edilmiş bir Kudüs politikasının, Filistinlilerin ve bölgenin bütün halklarının çıkarını gözeten bir çizgi izlemesi mümkün değildir.
Davutoğlu ekibi, bütün Ortadoğu’yu ve dahi İslam dünyasını, kollarını açmış kendisini bekleyen, umutlarını ve özlemlerini Osmanlı’nın torunlarına bağlamış gibi hayal ediyorlar. Buna gerçekten kendileri inanıyor mu bilinmez. Ama bunun yarattığı boş kibrin propaganda değeri taşıdığına kesinlikle güveniyorlar. Ne kadar yüksek perdeden boş laf edilirse, üstlerindeki örtünün o kadar kalın, içine sığındıkları karanlığın o kadar koyu olacağını deneyerek öğrendiler. Ama lafla peynir gemisi nereye kadar?

ZEYTİNDAĞI VE YIRCA’NIN ZEYTİNLERİ

“Bizimdir” dedikleri Kudüs, tarihin bilinen en eski çağlarından bu yana zeytin memleketidir. Bütün kutsal kitaplarda zeytinin kutsal kabul edilmiş olmasının sebebi bu olsa gerek. Halkın hayat kaynağıdır… Bu yüzden yağıyla Hz. İsa’nın ayaklarının ovulup saçlarının sıvazlandığı bitkidir. Bu yüzden Kur’an’da Allah, zeytin üzerine yemin eder! Kudüs’ün zeytinle anılması da bundandır!
Filistin nüfusunun önemli bir bölümünün varı yoğu zeytin ağaçlarıdır. Onları toprağa bağlayan, yaşadıkları toprağı çöl olmaktan kurtaran bu ağaçlardır. İsrail, Filistinli Arapları toprağından koparıp yeni yerleşim yerleri açmak için sistemli olarak zeytinlere saldırmıştır. Binlerce ağaç, ilk zamanlar ürün veremeyecek hale getirilmiş, sonra binlercesi sökülüp yakılmıştır!
Ama bir gecede altı bin zeytin ağacının yok edildiğine dair bir vahşet kayıtlarda yok!
Vahşetin o derecesi, bizim kayıtlarımızda var.
Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya zeytinin içinden, Zeytindağı’nın bin yıllık emekle yeşermiş sırtlarından bakmıyorsanız, “Kudüs bizimdir” palavrası, yalnızca “enerjiye ihtiyacımız var, zeytin nasıl olsa çok” zulüm kabullenmesini örtmeye yarar.
Filistinli olsun, Yırcalı olsun, bütün halkları ancak hamiye muhtaç tebaa olarak görüyorsanız burnunuz böyle havada olur, yaptığınız her zulmü reva ve hak olarak görürsünüz.  Bölgenin bütün halklarını özgür ve eşit bir birlik yerine, çökmüş bir imparatorluğun tutmamış egemenliği altına yeniden çağırmak ve hepsinin de koşa koşa geleceğini ummak…  Öyleyse ne Kudüs sizindir, ne de Yırca! Siz masal dünyasında hayali atlar koştururken, bütün halkların arkanızdan söyleyeceği üç kelime olacaktır: Geç yiğidim, geç!

1 Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Cumhuriyet Kitapları, 1998, s.30 ve devamı.

ÖNCEKİ HABER

Sallana sallana: Zeytinin onuru

SONRAKİ HABER

İstanbul'da 20 araç kundaklandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...