16 Kasım 2014 03:36

Uçurum insanları

Kimi insanlar deniz kıyısında bir yörede doğar büyür kimisi dere kenarında… Kimi ormanın içinde kimi bozkırda… Buradaysa uçurum kenarında…

Paylaş

Arif KOŞAR

Kimi insanlar deniz kıyısında bir yörede doğar büyür kimisi dere kenarında… Kimi ormanın içinde kimi bozkırda… Buradaysa uçurum kenarında… Gözünü açar açmaz binlerce metrelik uçurumdan aşağıya bakar. Bütün bir hayatı böylece sürer gider. Gidebilirse… Uçurum insanların ya da insanlar uçurumun mekanı olur…
Uçurumun kenarında dolaşırken; insanın aklına Jack London’un gelmesi pek de tesadüf sayılmaz. Maceracı ‘denizci’ London. Amerika’dan çıkıp İngiltere’ye ayak bastığında ihtişamlı Batı Yakası’nın ardındaki gerçeği görmek ister. Arkadaşlarının itirazları onu elbette durduramaz, tereddüt bile ettiremez. Doğu Yakası’nda küçük bir oda kiralar. Yaşamak için en ağır ve pis işlerde çalışmak zorunda olan insanların yaşamlarına tanıklık eder. Meteliksiz bir denizci kılığında dolaşır. Bir oda kiralayamadığı için bankların üzerinde yatan ama bu bile yasak olduğu için kovulan insanları gözlemler. Ölmek istemeleri yasaktır, eğer kurtulurlarsa cezalandırılırlar. İşte bu insanlar yaşamla ölüm arasında gidip gelirler, ölüm akıllarından çıkmaz… London onları uçurum insanları olarak tanımlar.

BARAJ BİLE DÜŞMAN

“Burası eski Ermeni yeri. İsmi de oradan gelir” diyor, şimdi herkesin Türk olduğunu büyük bir gururla anlatırken Ermenek’in çenebaz bir esnafı… Ermeni de olsa Türk de olsa Torosların bu kadar tepesine neden çıkar insan diye düşündürüyor bir yandan. Tarih boyunca bölge, yüksekliği ve uçurumu sayesinde askeri açıdan daha güvenli olmuş. Uçurum buranın kaderi olmuş belki de, öyle yazılmış! Yine de elden ele geçmiş. Bizans’ta da oyun bitmemiş, Karamanoğulları beyliğinde de… Ve bugün de…
30 bin nüfuslu Ermenek’te temel geçim kaynağı madenler. Bin 500 kadar madenci bölgedeki nispeten küçük madenlerde çalışıyor. Eskiden tarımla uğraşmışlar ama barajın yapılmasıyla köylü toprağından olmuş, çiftçilikten mecburen istifa etmiş. Tarıma, elektriğe, medeniyete ‘ışık tutan’ barajların yöre halkının ‘sınıfsal’ yapısını nasıl değiştirdiğini, çiftçilikten işçiliğe döve döve nasıl iteklediğini görmek ilginç.

O KADAR BAHÇE Mİ OLUR?

Barajın çıkamadığı dağ başlarında ise elma ve kiraz kalmış. Çeşit çeşit elma yetişiyor: Amasya, Golden, Stargin, Bodur… Köylerde neredeyse her işçinin bahçesi var. Ancak çok küçük. Misal Abdullah Çoksöyler’in 8 dönüm. “Bazen Karaman’a gidiyorum, 200 dönüm bahçem var diyor. Şaşırıyorum. Nasıl o kadar bahçe olur?” Kardeşlerinin de bahçesi var. Babası dağıtmış. Toplam 8 kardeş. Şimdi madende mahsur, cenazesi çıkarılmayı bekleyen Osman Çoksöyler’e de bahçe vermiş. Bir dönüm elma, bir dönüm kiraz. Gözü gibi bakmış… Biriktirdiği parayla borç harç köye bir ev yapmaya çalışmış. Ev yarım… Eş yarım… Kardeşler yarım…
Yani, miras da bahçeleri bölüp işçileşmeyi hızlandırmış. Hiçbir işçi bahçeden geçinemiyor. Aşağı Çağlar köyünün tamamı, ki 1500 nüfustur, kaderini madende görüyor. Orada çalışmayı hesaplıyor. “Mecburuz. Ne yapalım?”
“Köyde bir şekilde yaşarsın” devri epeydir bitmiş. “Şehir gibi zaten. Bir elma ve kiraz var. Onu mu yiyip içelim. Sen ne alıyorsan; peynir, zeytin… Ben de onu parayla alıyorum. Sen ne ödüyorsan; elektrik, su, telefon… Ben de onu ödüyorum.”
Bahçe ile maden arasındaki gidip gelen insanlar. Uçurumun kenarından geçerek madene gidiyorlar. Aşağı Çağlar’ın sadece adı aşağı… Rakımı dorukta. Yukarı Çağlar’ı hiç sorma! Hayat zor, geçim zulüm. Göçük, grizu, su baskını… Patrona güven yok. Nefret büyük. Ama maden ekmek kapısı… Ölse de kapanmasın! “Ölüm bir dakika bile aklından çıkmıyor insanın. Evin kapısından çıktığında ölüm korkusu basıyor.” Baraj insanları bir adım daha uçuruma yaklaştırmış. Miras da öyle… Maden de… Uçurum insanların yakasına yapışmış. Manzara güzel, hayat değil! Uçurum o keskin ki; hayata tutunmaya zorluyor!

ÖNCEKİ HABER

Sabah yaklaştıkça, ‘Gece’ kararır…

SONRAKİ HABER

TOMA, bir alt dudak versene!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa