KADIN DİLİNDEN SEÇİM HİKÂYELERİ
Bugüne kadar kadın olmam benim için hep negatif bir unsur olmuştu. Gerek özgürlüğümün kısıtlı olmasında, gerek ev hayatındaki sorumluluğumun çokluğunda, gerek iş hayatımda…
12 Haziran öncesi seçim çalışmalarında ise kadın olmamın hep avantajlarını yaşadım. Erkek arkadaşlar “kadınlar olmadan evleri ziyaret edemiyoruz, kapıları bize açmıyorlar” diyorlardı. Biz kadınlara çok iş düşmüştü bu seçimlerde. Ev gezmelerinde erkek arkadaşlar ben olmadan zile basmıyorlar, zile bassalar bile beni öne itiyorlardı. Kapıyı açan kişi kadınsa benimle konuşmaya çalışıyor, benim de Kürtçe bilmediğim ortaya çıkınca yanımdaki gençlerle muhatap oluyordu. Birçok defa da kapıyı bir erkek açtığı halde kadının görünmediğine tanık oldum. Eğer kadın başını örtmemişse imkânı yok kapı önüne çıkmazdı. Böyle durumlarda evin “bey”inden ya da orada bulunan “er kişi”den izin alır içeri balıklama dalardım. “Oh” derdim “bütün kapılar bana açık.” Esnaf ziyaretinde de isteğim zaman eşlerini, kız kardeşlerini, annelerini ziyarete gidebileceğimi söylüyorlar, onların telefon numaralarını, ev adreslerini çekinmeden veriyorlardı. Pozitif ayrımcılık meğer ne güzelmiş!
Fıkra tadında…
Haziran ayının başlarında Kanarya’da yapılan mitingde fıkra tadında yaşadığım olayları sizlerle paylaşmak isterim.
Miting alanında ayakta durmaktan yorulmuş, kenarda gölgede bir yerde oturmuştum. Benim gibi yere oturmuş beyaz tülbentli, tombulca, yaşlı bir teyze ile sohbete başladım. Ablası AKP’ye oy vermeyi düşünüyormuş. Demişler ki ona “Başka partilere oy verme, onların dini inancı yok, AKP’ye vermezsen günaha girersin.”
“Peki sen ne dedin?” diye sorunca başladı anlatmaya;
- Dedim; sen abdesti kimden öğrendin?
- Dedi; anamdan babamdan.
- Dedim; sen namazı kimden öğrendin?
- Dedi; anamdan babamdan.
- Dedim; Kur’anı kimden öğrendin?
- Dedi; onu da anamdan babamdan.
- Dedim; öyleyse abdesti, namazı, Kur’anı sana Tayyip mi öğretti ki oyunu ona veriyorsun. Herkesin Allahı kitabı kendine, sen seni düşünmeyene, soyuna sopuna kötülük yapana nasıl oy verirsin?”
İşte okuma yazma dahi bilmeyen bir kadının kulağa tekerleme gibi gelen anlatısı. Onca kitap okudum, üniversiteler bitirdim, böyle bir güzel siyaset yapmayı hala öğrenemedim.
Bunda var bir şey!
Seçimin en güzel tarafları insanı güldüren diyalogların olması idi. Kahve çalışmalarında üç Kürt, bir seçmenden Levent Tüzel’in ismini vererek oy istemiş. Adam şöyle bir bakmış “üç tane Kürt, bir Türk için oy istiyorsa bunda var bir şey” demiş.
Yine ev ziyaretlerinde bölge sorumlusu “Gittiğiniz evler Kürtlerin evi miydi?” diye sorduğunda “Yok normal evlerdi” cevabı verilmiş.
Kim daha iyi yönetebilir?
Kadınlar yönetimde olmalı derler ya, kimisi sahiden de kimisi yalandan. Aslında ne maharet vardır onlarda. Ailecek bir yere gidersiniz, evin kadını çocukları giydirir, ocağı kapatır, evi toparlar, erkek sadece ayakkabısını giyer, dış kapıdan bağırır “Hadi nerde kaldınız!”
Kadın işten gelmiştir, doğru mutfağa girer; bir yandan geceden kalan bulaşığı yıkar, bir yandan yemek yapar, o arada başını yana eğer kulağına telefonu yapıştırır sucusundan damacana su ister, okuldan gelen çocuğu karşılar. Bu arada televizyondaki programa da göz atar. Aynı anda iki, üç, dört iş bir arada yapmak onun için vız gelir tırıs gider. Kocasının peşini toplamakta ona düşmüştür. E şimdi kendi dağınıklığını bile zor toplayan biri mi daha iyi yönetici olabilir, aynı anda birkaç işi bir arada yapan biri mi!
Sözün bittiği yer
Kanarya’daki seçim mitingindeyim yine. 10-12 yaşlarında bir erkek çocuk geldi yanıma, yüzüme şöyle bir baktı; “Abla sen Kürt müsün?” Ben dedim “Yoo, Kürt değilim.” Dedi “Burada ne işin var?” Dedim, “Ben de geldim mitinge, gelemez miyim?”
Durdu düşündü, sonra hızlı adım yürüyerek yanımdan uzaklaştı. Ben de arkasından bakakaldım. Bu çocuk da ben de aynı toprak üzerinde yaşıyoruz, aynı havayı soluyoruz. Ama aynı mekânda olamayacak kadar ayırmışlar bizi. Okulda kim bilir nasıl davranıyorlar ona, öğretmeni onu dışlıyor mu, yoksa gittiği okulda Kürt çocukları çoğunlukta da yalnızlık hissetmiyor mu? Gezmeye gittiğinde, bakkala, kasaba alışverişe gittiğinde ona hor davranıyorlar mı? Neden annesinin dili bunca sorun yarattı? Neden bir Türk’ü yanında görünce şaşırdı? Niye Kürt-Türk diyoruz birbirimize, insanız desek ya!
Tam da bu düşüncelerle uzun boylu, hafif göbekli, kır saçlı, gözleri koyu renkli çakmak çakmak bir yaşlı amcaya sordum. “Siz diyorsunuz ki biz kardeşiz onlar diyor ki kahrolsun Kürtler!” Bunu dememle o çakmak çakmak gözler buğulandı, ağlamak üzere oldu. Dedim “Niye ağladınız?”. Yanındaki aynı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim biri bana göz işareti yaparak susmamı söyledi. Hemen beni kenara çekerek alçak sesle tek oğlunu dağda kaybettiğini söyledi, bu sefer ben de başladım ağlamaya. Oğlunu kaybeden amca bana bakıyor, ben ona bakıyorum. Derler ya; sözün bittiği yer! Hoşgörünün değil, acının ve anlamanın gözyaşları…
Okunacak en büyük kitap
Seçim öncesi yaklaşık iki ay süresince sabah akşam hep siyaset konuştum. Bıraktım kendimle ilgili uğraşlarımı; televizyon izlemeyi, spor yapmayı, kitap okumayı… Okunacak en büyük kitap insan değil miydi zaten! O kitabı yazan da insan, yazılan da insan.
Kürtlerle yapılan toplantılarda ben Türküm demek oldukça tuhafıma gidiyordu. Daha önce hiç bu kadar çok ben Türküm deme gereğini duymamıştım.
Emek cephesi üzerinden konuşmalara katıldığımda zengini fakiri aslında herkesin bir sıkıntısı vardı. Kimisi iş bulamaz, kimisi yoksul, kimisi orta halli ama eğitimin zorluğundan ötürü giden çocuğunun çocukluğunun yaşamadığından şikâyetçi… Kimisi ne yemek yiyeceğini şaşırdığını, GDO’lu hormonlu yiyeceklerden paranoyak olduğunu, kullandığı teflon plastik kaplardan dahi korkar olduğunu söyledi, kimisi kocasına bağlı yaşamaktan dolayı kendini ifade edemediğini…
Sorun çoktu. Ne hazindir ki bütün bunların çözümünün nerede olduğunu söyleyemiyordu kimse. Çözüm ütopya gibi görülüyordu. İşte üzerimize görev düşen şey de bu: Birlikte karar vereceğiz, çözüm nerede!
Evrensel'i Takip Et