21 Eylül 2014 07:57

Ya Kürtçe okullar açılmasaydı?

20’nci yüzyılda devletler, eğitimi; bir hak, sosyal devlet gereği bir hizmet olarak görür ve gösterirler. Asıl amaç ise bu hizmet içinde “hizmetliler” yaratmaktır. Kendi zihniyeti çerçevesinde küçük vatandaşlar yetiştirmek.

Ya Kürtçe okullar açılmasaydı?
Paylaş

Müge TUZCUOĞLU

20’nci yüzyılda devletler, eğitimi; bir hak, sosyal devlet gereği bir hizmet olarak görür ve gösterirler. Asıl amaç ise bu hizmet içinde “hizmetliler” yaratmaktır. Kendi zihniyeti çerçevesinde küçük vatandaşlar yetiştirmek. Bayraklar, marşlar, tek sıra dizilmeler, ulus-devletçi müfredata dayalı eğitimler, sınav sistemleri ve not sistemleri hep buna göre düzenlenmiştir. Bu kurumların, para vererek su satın aldığımız belediye binasından, toprağı parsellediğimiz maliye binasından farkı yoktur. Bu eğitim, insanı, en başından toplumuna, insanlığa, değerlerine ve kendine yabancılaştırır.
Birçok şehrin merkezindeki kamu binalarının, gri-soğuk-gayri insani yerleşimlerin insanı kendine bile yabancılaştırması gibi…
Demokratikleşme ve özgürleşme isteği; bu hizmetlerin yetersizliğinden ve hizmetin tarzının-fikrinin uyuşmazlığından ortaya çıkar. Ve bu uyuşmazlık, çatışmayı ve beraberinde yenilenmeyi getirir. Birçok kesimin veya halkın sızlanması ve devlet zihniyetiyle en burun buruna geldiği yerde çatışması burada başlar; okullar.
Birçok şehrin çeperindeki hangi boya ucuzsa rengarenkleşen gecekondular, gettovari yapılar ile yine gri kamu binalarının çatışması gibi…
* * *
Kürt mücadelesinde, son birkaç yıldır, her eğitim öğretim yılının ilk haftası boykot çağrısıyla geçmişti. Bu yıl ise Diyarbakır, Cizre ve Yüksekova’da, (Eğitim Destek Evi binalarının yapılandırılması ile) Kürtçe eğitim verecek üç alternatif okul açıldı. 6 yaş grubu birinci sınıf ilk temel eğitim amaçlanmış, bunun için müfredat da hazırlanmıştı. Okulların başına gelenler malum, her Kürtçe kimlik içerikli talebin başına gelenler ile aynı; kapatma, polis copu, gözaltı… Bundan sonrası için ise resmi başvuru yapılarak eğitime kısa süre içinde başlanması hedefleniyor. Bir yandan da yetkililer ile “çözüm süreci” kapsamında Kürtçe okullar ile ilgili görüşmeler sürdürülüyor.
Diyarbakır’da bunlar olurken, Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen ve Pazar’da da Lazca seçmeli ders için çalışmalar vardı. Çocukların Lazca seçmeli dersi seçmesi için mahallelerde çalışmalar yürütülürken, bir yandan da okul müdürlükleri ve ilçe milli eğitim müdürlükleri tarafından çıkartılan “öğrenci yok”, “öğretmen yok”, “başvuran öğretmenin eğitimi yok” gibi engellemelerle mücadele ediliyordu.
(Bugün Lazca’yı konuşan son kuşağın anlattığı en çarpıcı şeylerden biri; 30’lu yıllardan itibaren “Lazca ile Mücadele Kolu” adı altında okullarda, Lazca’nın konuşulmaması için yapılan çalışmalardır. Bu çalışma, ileriki yıllarda da farklı şekillerde sürmüş, Laz öğretmenlerin ve ebeveynlerin çocuklar üzerindeki baskısı ve etkisi sonucu bugün Lazca unutulma riski ile karşı karşıyadır.)
* * *
Kentlerde, kamu binalarının hantal, çatık kaşlı, ağır binaları ile devleti ve ona inat rengarenk ve bahçesindeki ağaçlarla yeşillik duran mahallelerin çatışmalarını aktarmıştık. Buna eklenecek farklı binalarımız ve renklerimiz de var. Özellikle Kürt illerinde gördüğümüz bir şey var ki; o da; bir özgür kurumun, bina olarak bile var olduğu bir mahallede, insanların duruşları, yaşama bakışları, inançları, umutları farklılaşmakta. Gençlik destek evinin bulunduğu Benusen Mahallesinde, gençlerin uyuşturucu kullanımının azalması veya buna dikkat etmesi, Özgür Yurttaş Derneği’nin olduğu Bağlar’ın ara sokaklarında, çocukların küfürlü konuşmamaya dikkat etmesi bunun en ufak örnekleri. İnsanların, kendilerini özgürleştirici olduğunu düşündüğü mekanları, sahiplenmesi ve ait hissetmesi ile kendi mahallene, şehrine, toprağına da ait hissederek, gelecek güvencesi hissediyorsun (Şimdi Kürtçe okula dönüştürülen Diyarbakır’daki binanın, yapı olarak hala çok eril bir bina olduğuna dikkat çekmekle birlikte).
Bu gibi alanların yaratılmadığı ve ancak devlet ile devletin desteklediği kurumların pıtırcık gibi bittiği yaşam alanlarında, yaşamın ne kadar yabancılaştırıldığı, hanelerin dışında, kentin mahallenin ne kadar sahiplenildiği, günlük yaşamımızda apaçık karşımızda.
İşte, okullarda, devletin “farklı dil” dediği, halkların “anadil” dediği dillerde eğitime seçmeli olarak izin vermesi sonrası, Lazca da, eğitim sistemi içinde yerini oturtmaya uğraşmakta. Lazların, kendi dillerini görebildikleri okul ile bundan üç yıl öncesi arasında ciddi farklar olması gibi…
Yani insanlar, bir hizmet olarak değil, bir zorunluluk olarak değil, bir siyaset olarak değil; kalplerinden ve beyinlerinden ve dillerinden geçenleri yaşamlarına koymak istedikleri an ve bunun mekanlarını yarattıkları an, o hayata sahip çıkıyorlar. Sonuna kadar! Bir hizmet binası olarak değil ama ortak akıl üretimi, duygu üretimi, bilgi üretiminin, paylaşımın yapılabildiği mekanlar ancak öğretici ve eğitici olabiliyor. Bunun başında da anadil geliyor. Bunun öncülüğünü de bugün Türkiye’de Kürtler yapıyor. Yani, Kürtçe okullar, Türkiye’ye yeni bir perde açması ile daha fazla güneş odalarımıza dolup, çocuklarımızı daha sağlıklı büyütecektir. Her şeyden önce anadil çocukları güzelleştirdiği için…
* * *
Diyarbakır’daki Kürtçe okula geri dönelim. Okulun ismi, İran’da idam edilen öğretmen Ferzad Kemanger olarak bırakılmıştı. Kemanger’in son mektubu; bugün birçok çocuğumuza okutacağımız belki de ilk mektup olmalı:
“Ve kalbimin, ondaki bütün sevgi ve tutkuyla birlikte bir çocuğa bağışlanmasına izin verin. Nereden olacağı hiç fark etmez; Kaaron banklarında, Sabalaan Dağı yamaçlarında, Doğu Sahara kenarlarında veya Zağros Dağları’ndan güneşin doğuşunu seyreden bir çocuk. Tek istediğim isyankar, kıpır kıpır kalbimin, benden daha isyankarca kendi çocukluk arzularını aya ve yıldızlara ifşa edecek ve onlara sonradan bir yetişkin olarak ihanet etmeyeceğine dair onları tanık tutacak bir çocuğun göğsünde atmaya devam etmesidir. Tek istediğim, kalbimin yatağa aç giden çocuklar üzerine sabrını kaybeden birinin göğsünde; “bu yaşamda en küçük arzum bile gerçekleşmeyecek” diye yazan ve kendisini asan Haamed’in –benim on altı yaşındaki öğrencim- hatırasını kalbimde canlı tutacak birisinde atmaya devam edebilmesidir.
Hangi dili konuşuyor olursa olsun, kalbimin bir başkasının göğsünde atmasına izin verin. Tek istediğim, onun, nasırlı ellerinin kalınlığı eşitsizliklere karşı öfke kıvılcımlarını canlı tutacak bir işçinin çocuğu olmasıdır. Kalbimin, çok uzak olmayacak bir gelecekte, çocuklarının onu her sabah güzel gülümsemeleriyle selamlayacağı ve birlikte bütün neşe ve oyunları paylaşacakları bir köy öğretmeni olacak bir çocuğun göğsünde atmasına izin verin.
O zaman, çocuklar yoksulluk ve açlık gibi kelimelerin anlamını bilmeyecektir; “hapishane”, “işkence”, “baskı” ve “eşitsizlik” terimleri, onların dünyasında bütün anlamlarından yoksun olabilecektir. Uçsuz bucaksız dünyanızın ufak bir köşesinde kalbimin atmasına izin verin. Sadece ona özenli olun, çünkü o, tarihi acı ve eziyet ile dolu ülkesinin insanlarının anlatılmamış hikayeleriyle dolu bir kişinin kalbidir. Kalbimin bir çocuğun göğsünde atmasına izin verin ki bir sabah yapabildiğim kadar yüksek sesle ve anadilimde –Kürtçe- haykırabileyim: Bu uçsuz bucaksız dünyanın bütün köşelerine, bütün insanlığa sevme mesajını taşıyan bir rüzgar olmak istiyorum.”

Ya Kürtçe okullar açılmasaydı?
Ya Lazca unutulsaydı?
Ya Kemanger kalbini bağışlamasaydı?

ÖNCEKİ HABER

Sonbahar geldi aşık olalım mı?

SONRAKİ HABER

Anlamadığım bir dilde sevildim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...