04 Ağustos 2014 13:44

Biz hayatı öğretiyoruz, bayım!

Zaman hızını artırıyor. Yok etmek hep yeniden yapmaktan daha az zaman alırdı elbet ya, yok etmenin zamanı daha da, daha da azalıyor. Unutmanın, unutturmanın da öyle… 1 saatte yüzlerce insan…

Biz hayatı öğretiyoruz, bayım!
Paylaş

Zaman hızını artırıyor. Yok etmek hep yeniden yapmaktan daha az zaman alırdı elbet ya, yok etmenin zamanı daha da, daha da azalıyor. Unutmanın, unutturmanın da öyle… 1 saatte yüzlerce insan… Ana karnında, baba kucağında bebeler, kadınlar, çocuklar, gençler, ömrü benzer acılarla geçmiş yaşlılar… Yok oluyorlar bir işgal ve ateş hattında. Zaman hızını artırıyor. Bir yerde çekilen acıların yaratacağı etkinin zamanı daralıyor. Görüntüler olağanlaşıyor, her anı televizyon, bilgisayar, cep telefonu ekranlarından akan, saniye saniye günümüze dolan katliam, bombalama, savaş, hırsla, iştahla yok etme, taş taş üstüne bırakmamacasına bir kinle yok etme geliyor ve geçiyor dünyadan ve zihnimizden, kalbimizden.
Filistinli kadın şair Rafif Ziyade anlatıyor bütün bu görüntülerin anlamını, “bugün, bedenim demeçlere ve kelime sınırlarına sığmak zorunda kalan/ tv'de yayınlanmış bir katliamdı./ bugün bedenim, ölçülü cevaplara karşı/ istatistikle dolmuş demeçlere ve kelime sınırlarına sığmak zorunda kalan,/ tv'de yayınlanmış bir katliamdı…/ ve yüz ölü.
iki yüz ölü. ve bin ölü./ ve onca savaş suçu ve katliamın arasında demeç vermeliyim…/gülümsemeliyim, "egzotik olmadan",/ gülümsemeliyim, " terörist gibi görünmeden"./ ve anlatıyorum, anlatıyorum yüz ölüyü/ iki yüz ölüyü, bin ölüyü!/ kimse var mı orada?/ kimse dinlemeyecek mi?... /bugün, bedenim tv'de yayınlanmış bir katliamdı./
ve size söyleyeyim,/ siz ve bm kararlarınız bu konuda hiçbir şey yapamadı./
ve hiçbir demeç, aklıma gelen hiçbir demeç./geri getirmeyecek ölüleri!/ biz hayatı öğretiyoruz, bayım!/ biz filistinliler, her sabah dünyanın geri kalanına hayatı öğretmek için uyanıyoruz, bayım!”
O baylar öğrenmiyor ama. Bakın bizim büyük bay’a. One minute çıkışıyla mazlum halkların ahını sorduğu reklamıyla Ortadoğu modelliğinde ününe ün katarken yaptığı demeçlerin durdurduğu hiçbir acı yoktu! Üstelik, başında bulunduğu iktidarı dönemi, bu acıların faili İsrail hükümetleriyle en fazla anlaşmanın yapıldığı, en yüksek meblağlı ticari ilişkilerin kurulduğu dönemdi. Acılar “başkalarının acısı” olarak her gün ekranlarımızdan ev içlerine dolarken arada ekşi yüzleriyle gördüğümüz “bay”ların demeçlerinin Filistin’de çocuklarına barış ve huzur içinde bir avuç ana toprağı bırakma mücadelesindeki kadınların parçalanmış bedenlerine bir nebze faydası olmadığını biliyoruz. Burnumuzun dibinde kocaman bir savaş makinesi din kisvesi altında Rojava’yı, soykırım kisvesi altında Filistin’i abluka altına alırken, bizim hükümetimiz o savaş makinesine ha bire yakıt taşırken, hem içeriye hem dışarıya ha bire şiddet ve nefret ihraç ederken biz ne yaşıyoruz? O savaşın uzaklarda bir yerlerde yaşandığını, acılarının, kayıplarının, yok olanların başkalarına ait olduğunu söyleyebilir miyiz? Hele hele de o savaş makinesi tüm gücünü kadına düşman bir yok etme düsturundan alıyorsa…
Bu düstur bir kere norm haline gelmeye başladığında, sadece kanlı yüzünü gösterdiği sınır ötelerinde değil, sınırın içinde de size bize, ötekine berikine dar eder hayatı. Barış derken savaşı, ahlak derken ikiyüzlülüğü, inanç derken dayatmacılığı sunar. Bir yanda kadınların kahkahasına laf söylerken, kendi dönemlerinde fuhuşun daha önceki dönemlere göre 3 kat arttığını, kadına yönelik şiddetin katmerlendiğini, çocuk istismarının cezasızlığının olağanlaştığını gizleme ihtiyacı bile duymaz. İktidarlar eskiden yaptıkları kirli işleri saklamaya çalışırlardı. Bugünse her şeyi gösteriyor ve en kirli işlerini bile olağanlaştırıyorlar. Adına “milli iradenin tecellisi” diyorlar üstelik.
Bizse bu sayıda size sunulan yeni bir yaşam çağrısına aracı oluyoruz. Sınırların ötesinden evimize taşınan savaşa karşı, bizim yaşamımızı gericilikle, düşmanlıkla, nefretle, yok sayma ve yok etmeyle şekillendirmeye çalışan anlayışa karşı neşeyi, umudu, dansı, şarkıyı çağıran bir yaşamı hangimiz arzu etmeyiz ki zaten? Eğer seçimde bir irade tecelli edebilecekse o irade neden barışın, refahın, mutluluğun ve birlikte özgürce yaşamın iradesi olmasın?  

Bu sayıda bu yeni yaşamın kadınlar açısından olmazsa olmazlarından birine, kadına yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin de farklı deneyimleri aktardığımız yazılarımız var. İlke Işık’ın yazısı bu mücadelede ortaklaşmanın gereğinin yerine gelebilmesi bundan sonraki süreçte atacağımız adımlara dair bir yol haritası ortaya koyarken, Kayseri, Kartal ve Tuzla’dan yazılarımız, kadına yönelik şiddete karşı mücadelede yerelleştikçe, daha çok kadına değdikçe, kadınların birbirini ve mücadeleyi nasıl güçlendirdiğini ortaya koyuyor. Sınırların ötesinden aktardığımız deneyimler ise Brezilya ve Rojava’dan.
“Kıldan tüyden” mevzular da var dergimizde, kendisi tüy kadar hafif, kadınların dünya ahvali için tüy kadar ağır bu mevzuya dair kendinizi daha önce sormadığınız pek çok sorunun cevabını arar halde bulacağınız yazıyı Özge Kuru yazdı.
Ve kahkahamızdan, ellerimize, bedenimizden, çocuğumuzun geleceğine her şeyimize ipotek koymaya çalışan bu düzene karşı bir çift sözü olan kadınların yazıları var sayfalarımızda.
Bu ay pek çok farklı mecrada tartışma yaratan fuhuş, devrimci ahlak vs gibi tartışmalara ilişkin ufuk açıcı yazımızı Fulya Alikoç yazdı.
Tarih sayfamızda geçmişimizi, ama kelimenin tam anlamıyla bizim geçmişimizi bulacaksınız. Ekmek ve Gül dergisinin fikren ve ruhen beslendiği kaynaklara ilişkin bir başlangıç yazısı olarak okuyacağınız bu yazıyı, bundan sonra tarih sayfamızı emanet ettiğimiz Müslime Karabatak hazırladı.
Okumanız keyifli, seçiminiz hayırlı, ağustosunuz bereketli olsun!
Bize yazın…  
 

ekmek ve gül

ÖNCEKİ HABER

Yola çıkmaya hazır olalım

SONRAKİ HABER

Agos’a ırkçı tehdit

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...