03 Ağustos 2014 08:22

İşgalin yeni adı: Tüneller

İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik, “Koruyucu Hat Operasyonu” adını verdiği saldırı harekatı geride bıraktığımız haftanın başı itibariyle yeni bir safhaya geçti.

İşgalin yeni adı: Tüneller
Paylaş

Ferhat SARI

İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik, “Koruyucu Hat Operasyonu” adını verdiği saldırı harekatı geride bıraktığımız haftanın başı itibariyle yeni bir safhaya geçti. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin önerdiği ateşkes teklifini “Hamas’ın taleplerine daha yakın olduğu” gerekçesiyle oybirliğiyle reddeden İsrail Hükümeti, Başbakan Netanyahu aracılığıyla Pazartesi günü yaptığı açıklamada, “Tünellerin tamamı yok edilinceye kadar operasyonun devam edeceğini” belirtti. Netanyahu’nun açıklamasını takiben İsrail devleti tarafından iç ve dış kamuoyuna yönelik çok yönlü bir halkla ilişkiler faaliyeti devreye sokuldu.
Önce sahneye İsrail Savunma Güçleri (IDF) çıktı. IDF yetkilileri karşılaştıkları manzara karşısında “şok olduklarını”, bu kadar çok sayıda ve sofistike nitelikte tünel bulmayı beklemediklerini  ifade ettiler ve -Türkiyeli okuyucuların 1999 yılında gerçekleştirilen cezaevi katliamlarından aşina olduğu bir tarzla- ele geçirilen tünelleri yerli ve yabancı medya mensuplarına gezdirdiler. Eş zamanlı olarak İsrail basını da “Hamas’ın terör tünelleri”, “tünel avcıları” gibi manşetler eşliğinde hafta boyunca sürecek  olan bir yayıncılığa başladı. Köşe yazarları İsrail iç politikasının farklı kanatlarının görüşlerine uygun biçimde operasyonun hedefleri konusunda yoğun bir tartışma sürdürürken, bunların bir kısmı tünellerin İsrail’e uluslararası alanda mevcut operasyon için gerekli meşruiyeti verdiğini fakat hedefin tünellerin yok edilmesiyle sınırlandırılması gerektiğini belirtti. Diğer kısmı ise, tünelleri yok etmenin yetmeyeceğini, Hamas’ın tamamen silahsızlandırılıncaya kadar operasyona devam edilmesine ihtiyaç olduğunu ifade etti. Yediot Ahronot gazetesi yazarları olan ve İsrail basınının etkili kalemleri olarak kabul edilen Nahum Barnea ve Alex Fishman ise “tünel şovuna” farklı bir açıdan yaklaştı. Barnea, Netanyahu’nun tünellerden uzun süredir haberi olmasına rağmen masasında başka gündemler olduğu için bu kumarı oynamayı tercih ettiğini yazarken; Fishman konunun 2001’den beri herkes tarafından bilindiğine, hatta bu konuda 2007 yılında devlet başmüfettişi tarafından hazırlanmış bir rapor olduğuna dikkat çekti.
İsrail devletinin, tünelleri sanki yeni keşfedilmiş mekanlarmış gibi bolca tantanayla ve kendisine yöneltilmiş varlıksal bir tehdit olarak sunduğu göz önüne alındığında, Barnea ve Fishman’ın aktardıkları -başka bir niyetle yapılmış da olsa- aslında birer itiraf niteliğinde. İsrail yönetimi iç ve dış kamuoyuna yönelik hazırlanmış -özelde Gazze’de gerçekleştirdiği katliamı ve onun geldiği yeni aşamayı, genelde ise Filistin toprakları üzerindeki hakimiyetini- meşrulaştırma ve gerekçelendirme operasyonunun bir benzerine her şeyin başlangıcı olarak sunulan 3 Musevi gencin öldürülmesi sonrasında da başvurmuştu. Hızlıca olayın sorumlusu olarak Hamas’ı işaret eden Netanyahu, “Hamas’ın bunun bedelini ödeyeceğini” söylemişti. Fakat daha sonra, İsrailli gençlerin kaçırılmalarının hemen ertesinde öldürüldükleri fakat bu bilginin devlet yetkilileri tarafından saklandığı ortaya çıkmıştı. Buna ilaveten, BBC muhabiri John Donnison İsrail Polisi Dış Basın Sözcüsü Micky Rosenberg’i kaynak göstererek attığı bir tweet’te, Rosenberg’in kendisine eylemin Hamas liderliğinin talimatıyla gerçekleştirilmediğini söylediğini yazmıştı. Tüm bunlar olayın İsrail kamuoyunun harekata hazırlanması için kullanıldığı şüphelerini arttırıyor.
İsrail’in bağımsız ve egemen bir Filistin devletini içeren, 1967 sınırlarına dayanan iki devletli çözüm konusunda gösterdiği ayak direme kendisine yönelik sürekli bir tehdit algısı yaratmayı gerektiriyor. İsrail bu nedenle, talepleri bakımından geçmişe oranla çok daha ılımlı bir çizgide olmasına rağmen hala Hamas korkuluğunu sallamaya devam ediyor. İsrail yönetimi uluslararası toplum önünde kabul ediyormuş gibi yaptığı söz konusu çözüm konusundaki isteksizliğini, Hamas ile El Fetih arasında ilan edilen ulusal mutabakatı bahane ederek Nisan ayında müzakere masasını devirmesiyle göstermişti. Bunun yerine ikame ettiği şey bir kez daha “roketli, tünelli canavar” hikayesi eşliğinde devreye sokulan saldırganlık ve işgal politikası oldu. Oysaki o “canavarın” ateşkes süresince -etkisinin düşüklüğü İsrail tarafından gayet iyi bilinen- ev yapımı füzelerini ateşlememeye azami özeni gösterdiği hatta bu konuda İslami Cihad ile sürtüşmeler yaşadığı biliniyor. Mart ayında İslami Cihad militanlarınca fırlatılan füzelerin Gazze’deki tansiyonu arttırması üzerine, Mahmud Abbas’ın “füzeler de dahil artan askeri etkinliği kınadığı” ve bu kınamanın Netanyahu tarafından yeterli bulunmadığını da ekleyelim.
Dünyanın en büyük açık hava hapishanesinin altına inşa edilmiş tünellere gelince: İsrailli gazetecilerin bir kısmı tarafından Netanyahu’nun iç politikayı dizayn etme hamlesi olarak görülen ve “meşru müdafaa”, “haklı savaş” gibi argümanlarla üstü örtülmeye çalışılan “Koruyucu Hat Operasyonu”nun araçlarının mevzubahis tünellerden daha “sofistike” olduğunu, yaşamını yitiren Filistinlilerin sayısı ve yerle bir edilen şehirlerin görüntüleri kanıtlıyor. Sonuç olarak, kara harekatının gerekçesi olarak gösterilen tüneller ve ardı sıra takip eden askeri açıklamalar, İsrail ve uluslararası kamuoyunu iki ülkenin hızlı değişen politik konjonktüründen (Filistin’in Birleşmiş Milletler’de üye olmayan gözlemci ülke statüsü kazanması, El-Fetih’in Hamas’la kurduğu ulusal birlik hükümeti vs.) dolayısıyla barışçıl çözümden uzaklaştırma işlevi görüyor.

ÖNCEKİ HABER

Nükleer santral kurulmadan atıklarıyla uğraşıyoruz!

SONRAKİ HABER

Utanç

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa