29 Haziran 2014 08:01

Nehre altın kelepçe vurmuşlar, ah...

'Yıllarca Çoruh aktı, biz baktık.' Doğanın tekerine ne zamandır niye çomak sokmamış olduklarına hayıflandı zaar.

Nehre altın kelepçe vurmuşlar, ah...
Paylaş

Filiz YAVUZ*

“Artık Çoruh istediği gibi değil, bizim istediğimiz gibi akacak.”

Doğaya hükmettiğini sanan ve fakat fena halde yanılan bu cümle 2012 yılında, Çoruh Nehri üzerindeki Deriner Barajı’nın su tutmaya başlaması vesilesiyle yapılan törende Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik tarafından sarfedildi. Çelik, varyasyonlarını defalarca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan duyduğumuz o meşhur atasözünü Çoruh’a uyarladı önce: “Yıllarca Çoruh aktı, biz baktık.” Doğanın tekerine ne zamandır niye çomak sokmamış olduklarına hayıflandı zaar. Sonra da Çoruh’a baraj yatırımları aracılığıyla artık söz geçirebildiklerini övünerek anlattı. Bu paraya referans veren kibirli sözlerin ardından ben diyeyim algı yönetimi, siz deyin rıza üretimi adlı o zihin yönlendirme işlemi gereği “Benim çocukluğum buralarda geçti. Neleri götürdüğünü, ne ocakları söndürdüğünü bildiğim Çoruh Nehri artık delice akmıyor” deyiverdi. İşte kamu yararı denen şey bu olsa gerekti! Bir taşla bir kaç kuş vurmayı pek seven AKP Hükümeti, barajlarla Çoruh Nehri’ni dizginleyerek hem elektrik üretmiş hem cep doldurmuş, hem de nice ocakların sönmesini önlemişti! Sağolsundu!
Sırada barajın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak vardı. Ne de olsa milli servetti bu baraj. 253 metre yüksekliğiyle Türkiye’nin en yüksek, dünyanın ise üçüncü yüksek barajıydı. Bölge insanına değil, ama Türkiye’nin diğer yerlerinde yaşayanlara ne mutluydu. Devam etti Çelik: “(Çoruh üzerindeki Muratlı ve Borçka barajlarından sonra) Bu üçüncü gerdanlık oldu.” Barajların  “gerdanlık”, “bilezik” ve “altın kelepçe” olarak anılmaları bu konudaki algı yönetiminin şanındandı. Maksat, değerli bir benzetmeyle gözleri boyayıp kimseye “Yahu nehre altın kelepçeyi takmışlar da nehir ve etrafında yaşayanlar ne demiş?​” diye sordurmamaktı. Zaten bu soru akıllara bile gelmeden, hemen barajların dışa bağımlılığa çare olacağı ve barajlar olmazsa memleketin karanlıkta kalacağı gibi 40 yıllık argümanlar sıralanıverir ve işlem tamamlanırdı. Bunlar, bölge insanını ikna etmeye yönelik değildi neticede. Zaten nehri kuruyan, evleri sular altında kalan ve yaşam alanları kaybolan insanları, böylesi argümanlarla ikna etmek namümkündü. Daha ziyade “suyu kuru” bölgelerin dışındakiler; yani tuzu kuru olanlar içindi bu laflar. Baraja karşı çıkanların seslerine İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan, Diyarbakır’dan ses katılmasın diyeydi.

HES NEDİR BARAJ NEDİR?

Çoruh’taki “kelepçeler” arttıkça bölge insanı için üretilen argümanlar daha da alengirlendi. Yıllardır mikro HES’lere karşı mücadele eden bölge halkını barajlara ikna etmek için de çeşitli argümanlar devreye alındı. Dediler ki; “Yahu sizin derelerinizi kurutan HES’lerdir. Barajlar doğaya, çevreye ve insana zarar vermez.” Böylelikle HES’in başka, barajın başka bir şey olduğu algısı yaratıldı.
Oysa “baraj” denen şey de bir HES tipi. HES’ler baraj tipi ve nehir tipi olmak üzere ikiye ayrılıyor. Genellikle nehir tipi olan HES’ler sadece HES olarak anılıyor. Zira HES kavramı pek çok kişinin yaşamına nehir tipi olanlarla birlikte girdi. 2000’li yılların başından itibaren elektrik piyasasının özelleştirilmesiyle birlikte nehir tipi HES’lerde, ama özellikle gücü 10MW’ın altındaki nehir tipi HES’lerde bir artış görüldü. Zira bunlar ÇED sürecinden muaf tutuluyorlardı ve haliyle doğayı katlediyorlardı. Bugün başta Karadeniz olmak üzere Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki kurumuş derelerin başlıca müsebbibi işte bu nehir tipi mikro HES’ler...

ÇORUH VADİSİ SULAR ALTINDA

Peki ya Çoruh Nehri üzerinde faaliyet gösteren ve yapılmakta olan 10 baraj? Bu barajlar öncelikle bölgenin kültür mirasını yok edecek. Pek çok kilise sular altında kalacak. Zaten Selçuklular’a ve Saltuklular’a ait tarihi eserler çoktan Deriner, Borçka ve Muratlı barajlarının sularına gömüldü. Bu durumdan Çoruh Havzası da nasibini fena halde alacak. Hele bahsi geçen barajların, Türkiye’nin hidroelektrik santral enerji potansiyelinin yüzde 21’ini karşılayacağı düşünüldüğünde... tahribatı varın siz hesaplayın. Ama sıralamak gerekirse barajlar nedeniyle öncelikte bölgenin önemli geçim kaynaklarından biri olan tarım alanları sular altında kalacak. Dolayısıyla bölgede hayvancılık faaliyetleri de sonlanacak. Dr. Akgün İlhan’ın suhakki.org’daki “Çoruh’un Kelepçeleri: Yusufeli Barajı” başlıklı yazısına göre sadece Yusufeli Barajı, Yusufeli ilçe merkezini ve 3 köyünü tamamen,16 köyü ise kısmen sular altında bırakacak. Yani barajdan 3773 hane, 19 köy ve 16 bin kişi doğrudan ve dolaylı olarak etkilenecek. Arazileri kamulaştırılan bölge insanı, kendilerine ödenen istimlak bedellerinin yeniden inşa edilecek olan ilçedeki “göl manzaralı” evleri satın almaya yetmediğinden dolayı bir kez daha mağduriyet yaşayacak ve bu insanlar göç yollarına düşecek.
Ayrıca bu 10 baraj, dünyanın biyolojik çeşitlilik açısından en zengin bölgelerinden biri olan Çoruh Vadisi’ndeki canlı türlerine de zarar verecek. Türkiye’nin bitkisel tür çeşitlilik açısından en zengin üçüncü ili olan Artvin’de, dünyada nadir bulunan 6, Avrupa’da tehlike altındaki 61 bitki türü yaşıyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından dünyada öncelikli olarak korunması gerekli 200 Ekolojik Bölgeden biri olarak ilan edilen bölgenin ılıman kuşak ormanları ise gerek barajların inşası sırasında kesilerek gerekse de baraj göllerinin suları altında kalarak zarar görecek.

‘HES’ÇİLERE BİR YUDUM SU VERMEYİZ’

Hal böyleyken istihdam meselesi evleri, hayvanları, tarlaları ellerinden alınan bölge halkının kafasını karıştırıyor elbet. Zaten “Size iş olanağı yaratacağız” sakızı yıllardır Türkiye’nin her yerinde HES’ler için, maden ocakları için, nükleer santraller için, termik santraller için; yani doğaya ve hatta uzun vadede insan yaşamına zarar veren her proje için çiğneniyor da çiğneniyor. Ekmeğinin derdine düşmüş insanları kendi tarafına çekmenin en kolay yolu bu zira. Her ne kadar mağdur olan binlerce kişiye iş imkanı sunulamayacak olsa da umut işte... Dolayısıyla argümanın etkili olmadığını söylemek güç. Ancak bu etki alanının geniş olduğu da söylenemez. Sadece Çoruh Vadisi’nde değil Türkiye’nin pek çok yerinde insanlar direniyor; yaşam alanlarına, sularına sahip çıkıyor. Hükümet nehirlere kelepçe takadursun, Türkiye’nin her yerindeki HES karşıtı mücadeleyi özetleyecek o muhteşem cümleyi Antalya’nın Manavgat ilçesi Ahmetler köyünden Ayhan Demir kuruyor: “Bu suyu bardak bardak bütün dünyayla paylaşırız, ama HES’çilere bir yudum su vermeyiz!”

*Gazeteci

ÖNCEKİ HABER

1999

SONRAKİ HABER

HES yapmasını sizden öğrenecek değiliz!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...