18 Mayıs 2014 07:40

Bir insanı vatanından ayırmak...

“İnsanın vatanından ayrılması, bir yavruyu anne sütünden kesmeye benzer. Hasretle yandığın sevgiliden ayrılmasına benzer. Diri diri toprağa gömülmesine benzer.”

Bir insanı vatanından ayırmak...
Paylaş

Adnan GERGER

Ne kadar büyük acıdır? Ne kadar büyük bir yaradır? Atalarının hunharca öldürüldüğü vatan topraklarında hâlâ bir yabancıymış gibi kendini hissetmesi. Çoğu insanların hâlâ kendisine düşmanca niyet beslemesi ve öyle görmesi… Vatanında olup da vatansız sayılması… Amed’in kadim sırlarını yazan Sevgili Dostum Şeyhmus Diken’in kitaplarında tanıdım onu, öncelikle. Benim de büyüdüğüm aynı mahledenmişiz. Hançepek’in Gâvur Mahlesi’nden. Kısa sürede dost olduk… Bir gün ansızın çekip gitti. Kanatmışlardı, onu. Sonra deşilmiş yaralarla terk ettiği topraklara yine kapanmayan yaralarla döndü. Vatanı için, o büyük kara sevdası için. Kendisiyle söyleştik, konuştuk. Kimden mi bahsediyorum? Dünyaca ünlü bizim Udi Yervant’tan… Amed’li Yervant Bostancı’dan…

Ud, senin için nedir?
Ud benim için bir yaşam tarzıdır, kendimi ifade etme şeklidir. Yüreğimin acılarını, neşesini dışarıya aktarma şeklidir, bir yaşam standardıdır, gözyaşımdır ve de elbetteki sanatımdır.

Kadim halkların müzik aleti olarak bilinen ud, Ermeni müziğinin neresinde?
Ermenistan’da duduk ve kamançadan sonra kullanılan en asil sazımızdır. Özellikle de Türkiye’de ve tüm dünyada Ermenilerin en iyi çaldığı bir enstrümandır. Aşağı yukarı tüm şarkılarımızda yer alan ve hayranlıkla dinlenen asil bir müzik aletidir. Örnek olarak da, Udi Hrant, John Berberian, John Bilezikjian, Richard Hagopian, Garo Bedrosian, Ara Dinkjian ve naçizane beni de sayarsanız ve daha nice udileri sayabilirim.

Ud çalmayı nerede ve nasıl öğrendiniz?  
İlk udla tanışmam 1976 yılında İstanbul’a göçümüzden sonra oldu. 1976 yılının Aralık ayında Üsküdar’a yerleşmiştik. Ve gelir gelmez de hemen ilk işim Üsküdar musiki cemiyetine girmek oldu ve ilk kez udu 19 yaşındayken orada öğrendim. Cümbüş çaldığım için udu çok rahat kavradım zaten tel sıralama şekliyle pek farklı değiller. Müzik hayatım 12 yaşımda başladı. 12 yaşımdan beri Diyarbakır’da Cümbüş çalıyordum. Benim için müzik alanında, çok şeyler öğrendiğim, Bubo Dayı, gerçek adıyla Garabet Menekşe. Celal Güzelses’e yıllarca darbuka çalmış, yıllarca musiki cemiyetinde beraber çalışmışlardır. Ve ben Bubo dayının son zamanlarında ona cümbüş çaldım. O dönemde artık Ermeni, Süryanî cemaati vb. azalmıştı. Düğünlere falan az gidiyordu, paraya ihtiyacı vardı. Bir gün bir abi bana dedi ki, Bubo Dayı’nın işi iyi değil, sen ona cümbüş çal düğünlerde, gelen paraların hepsini ona verirsin, sen de onun musiki bilgisinden faydalanırsın. Gerçekten de öyle oldu. Çok şeyler öğrendim ondan. Şark bülbülü Celal Güzelses’in sağ kolu denen birinin yanında yetişmek, mükemmeldi ve de gurur kaynağı idi.

Şu anda kaç dilde şarkı söylüyorsunuz? Bu dillerden şarkı söylerken yaşadığınız duygular aynı mıdır?
Asıl üç dilden şarkı söylüyorum ama bunun yanı sıra çok az da olsa Arapça ve Farsça’da repertuarım da var. Arapça ve Farsça bilmediğim için okurken o ruhu verebilmem elbette ki imkansız ama Ermenice, Türkçe ve Kürtçe’yi okurken bir başka haz alıyorum ve başka duygularla okuyorum. Bu üç dil arasında hiçbir fark görmediğim için aynı halet-i ruhiyetle okuyorum. Çünkü her dilin kendine özgü güzellikleri, acıları, yaşanmışlıkları var ve ben okurken adeta onları yaşıyorum. Zaten yaşamazsan okuduklarına ruh ve anlam katamazsın.

“Gavur Mahleli” olmak yani hem burada hem gittiğin Amerika’da Ermeni kimliği taşımak nasıl bir duygu? Kimliğin hem bu coğrafyada hem dışarıda sanat hayatını nasıl etkiledi? Ermeni olmak bir bedel midir? Bu bedel yaşantını nasıl etkiledi? Neden?
Başta Gavur Mahleli olmaktan her zaman gurur duydum. Beni şekillendiren, bana ruh veren yirmi yıl yaşadığım Gâvur Mahlesi oldu. Ermeni kimliğimi ise her zaman bir şeref olarak görüp ve hep öyle yaşadım. En zor şartlar altında dahi kimliğimi inkâr etmedim ve özellikle de bu kimliğimden dolayı gurur duydum. Elbette ki Türkiye’de Ermeni kimliğiyle yaşamak bir bedeldi ve o bedeli de bir Ermeni olarak yeri geldi çok ağır ödedim. Bu da sevgili Ahmet Arif’imizin dediği gibi bu kimlik künyemize kazılmış, inkâr etmek de bana yakışmazdı. Amerika’da ise bu kimlik her zaman bir avantaj oldu benim için. Göğsünü gere gere Ermeni olduğunu söylemek bunca acılardan sonra ne kadar keyifli olduğunu bilmem anlatmaya gerek var mı? Elbette ki kimliğim beni müzik olarak da şekillendirdi. Değişik çevrelerde değişik insanlarla, müzisyenlerle tanışmama vesile oldu. Ermenice şarkılardaki hüzün beni derin bir duygu dünyasına attı. Elbette ki Ermeni olmak bir bedeldir ve bu bedeli de yerine göre en ağır şekilde ödeyenlerdenim. Belki de bu bedelleri yaşamak Udi Yervant’ı bir yerlere getirdi ve tüm dünyada Udi Yervant olarak ünlendirdi. Bu bedel yaşantımı iyi ya da kötü yönden de olsa etkilemesi beni hayata daha bir başka bağladı. Babadan kalma sevgi yadigârı beni asla terk etmedi, tıpkı yüreğimdeki sevda gibi. Kinle dolmadım, çünkü rahmetli babam Keke Yaqo (Hagop Bostancı) hamurumu hep sevgiyle yoğurdu. Biliyor musunuz milliyetçilik, insanı zehirleyen bir şey. Dediğiniz gibi, dünyanın tek evrensel dili müziktir. Çok etkileyici bir olgudur müzik. Biz işte böyle yetiştik, müziğimize bunu yansıttık. En azından 4 dil kullandım şarkılarımda. İşte bu yüzdendir ki bu kimliğimle kendimi tüm dünyaya sevdirdim. Hep sevgi dedim ve hala da sevgi diyorum, aşk, aşk, aşk diyorum.

1992 yılında Amerika’ya gittin? Seni bu göçe zorlayan nedir? Bir insanın vatanından ayrılması, toprağından ayrılması kolay mı?
Daha önceden de birçok röportajımda belirtmiştim. Beni bu göçe zorlayan 1991 yılında yaşadığım çok acı bir olayın sonucu aldığım karardı. Pangaltı’nda İstanbul’da Ermenice okumam için işe başladığım bir tavernada oldu. Tabi ki bu ilki değildi ama bardağı taşıran son damla olmuştu. Ermenice şarkı okuduğum için hayatımda duymadığım en adice küfürlere maruz kalmıştım. Yani ne dinim, ne imanım, ne anam avradım, ne memleketim bırakılmamıştı. Ağzına geleni fütursuzca savuran bir ırkçıya rast gelmiştim. Ve bu da yetmezmiş gibi bir de ölümle tehdit edilmiştim. Bir daha burada Ermenice bir şarkı söylersem gelip kafama sıkacağını defalarca tekrarlamıştı. Bunca olaylardan sonra artık burada duramayacağımı ve tek kurtuluşun çekip gitme olacağına kesin karar vermiştim. Bir insanı vatanından ayırmak, yeni doğan bir bebeyi annesinin memesinden ayırmaya benzer. Hasretle yandığın sevgiliden ayrılmasına benzer. Diri diri toprağa gömülmesine benzer. Dünyanın en zor acısıdır. Bir insanı memleketinden çıkarabilirsiniz ama memleketini o insanın içinden çıkaramazsınız. İşte o acıları yaşayıp memleketini 21 yıl içinde bir gün bile çıkartamadığınız memleket sevdalılarından, aşıklarından biriyim.


AŞK İSYANIMDIR

Aşk senin için nedir?
Ne değil ki sevgili  keke Adnan! Udumdur, babam Keke Yaqo’ya duyduğum özlemdir, vatanımdır, sensin, insanlara duyduğum merhamettir. Olumsuzluklara karşı başkaldırıdır, isyanımdır. Ruhumun en güzel şarkısıdır, yarin çeşm-i Ebrularından dökülen bir damla gözyaşının tüm dünyamı karartmasıdır. Bir yudum Ermeni, Süryani şarabıdır. Bir ömür boyu hasretiyle yanmaktır, çocuklarıma anadır, baş tacım göz nurumdur. Uğruna tek kelimeyle ölünebilecek varlığımdır... Aşk ve acı insanı güçlendirir. Şu anda olduğum gibi. Ben gücümü acılardan ve yüreğimdeki son nefesime kadar seveceğim sevdiceğimin verdiklerinden ve aşkından almıştım. İyi ki bu sıkıntıları çekmişim ve de iyi ki yüreğimin bu hanımefendisini, bebişimi bu denli sevmişim.

Geçen yıl vatanına dönme kararı aldın? Bu kararda en büyük etken nedir?

İki büyük etken var. Biri elbette ki vatanıma, yurduma, baba ocağıma duyduğum sevgi ve bir diğeri de 2009 yılında deliler gibi aşık olduğum ve hâlâ canımdan bin kat daha fazla sevdiğim dünyalar güzeli dünyalar iyisi bir hanımefendi.


BİR DERS ALMAM GEREKTİ

Dönüşte yaşadığın yaşamsal sıkıntılar nelerdir?
Eylül ayından itibaren ayda 800 liraya çalışıyordum. 500 TL ev kirası 80 TL kapıcı parası, elektrik, su masraflarıyla zaten aylığım hemen hemen bitiyordu. Tabi ki bu zaman zarfında epeyi borçlanmak durumunda kaldım. Sevgili dostlarımın yardımlarıyla ayakta kaldım. İşte benim için bu çok zor günlerimde eşimi dostlarımı tanıma fırsatım oldu. İnanınız ki tüm hayatım boyu öğrendiklerimden daha fazlasını bu son 6 ayda öğrendim. Hayatın en acı dersiydi bu son altı ayda yaşadıklarım. Çok ama çok zor günlerdi. Maddi ve manevi büyük bir bunalıma ve çukura girmiştim adeta. Her şeyden önce hiç alışık olmadığım bir ortamda ve yapayalnızdım.  21 yıl gibi uzun bir zaman biriminde ne kadar değiştiğimin farkında bile değildim. Ben kendimi hala 21 yıl Diyarbakır’da yaşayan biri olarak görüyordum, oysaki öyle değilmiş maalesef. Hem ben ve hem Diyarbakır çok değişmişti. Bir ders almam gerekti ve nihayetinde de bu dersimi iyi aldım. İyi ki böylesi acılı günleri yaşamışım. Dünyaya bakış açım, insanlara daha temkinli yaklaşımıma neden oldu bu son 6 ayım.


ÇOK AMA ÇOK ACIYDI

Şeyhmus Diken’in “Gittiler İşte” adlı kitabında mahlene gittiğinde evinin yıkık halini gördüğünde üzüldüğünü anlatıyor. Bu nasıl bir duyguydu?
Tek kelimeyle anlatmaya çalışacağım. Ocağına incir ağacının dikilmesinin fotoğrafyasıydı. Güvensizlikti, umutsuzluktu ve de çok ama çok acıydı....

Diyarbakır Klasik Türk Musikisi Korosu’nun ilk ve tek Ermeni sanatçısı olman, sen de nasıl duygular oluşturdu?

Her şeyden önce bu işte ilk ve tek olmanın gururunu ve onurunu yaşıyorum. Onun yanı sıra zaten branşım olan bir konuda çalışmak ayrı bir zevk oldu benim için. Bu koroda çalışmak daha fazla üretkenliğime sebep olacaktır. Şimdiden kolları, paçaları sıyırmışımdır. Ama en önemli konu ise bugüne kadar hiç olmayan bir olayın gerçekleşmesiydi. Ankara’da sınava girdiğim o anı hatırlıyorum. Yüreğimin deli sevdası canım aşkımla konuşur gibi, “Haydi bitanem, haydi bebişim, seni yanıma alarak sınava giriyorum, sar ruhumu, ver gücünü bana” deyip sınava girmiştim. Başarılı bir sınav olmuştu. Hem udum ve hem de sesim dinlenmişti. Üç dilden birde bir şarkı söyletmişlerdi.

Müzik kariyerine nasıl devam edeceksin?
Bu sorunun cevabını memleketime dönme kararı verdiğimde kendi kendime sık sık sormuştum ve hep şunları söylemiştim. 21 yıl Amerika’dan, Los Angeles’ten tüm dünyaya seslendim. Çalışmalarımı hep memleketimden ayrı yaşadığım yerlerde yaptım, ama bundan sonra kendi öz memleketimden, doğup büyüdüğüm vatanımdan tüm dünyaya sesleneceğim. 10 Kasım’dan beri büyük bir suskunluk içindeydim. Kadromun geldiği 21 Mart’tan itibaren uyanışa geçtim. Yoğun çalışmalarıma kırk gündür amansızca başlamışımdır. Her şeye rağmen burada da başaracağım. Bundan asla şüpheniz olmasın. Nasıl ki otuz yılı aşkın bir zamandır susmadım, bıkmadan usanmadan çalıştım, bundan sonra daha iyilerini yapacağıma başta sana ve tüm dünyaya söz veriyorum.

ÖNCEKİ HABER

Yanınıza kâr kalmaz beyefendi!

SONRAKİ HABER

Her yer Soma; her yer ya direniş, ya ölüm…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...