18 Mayıs 2014 07:28

Canan Degüstasyon’a gelir mi?

Edebiyatta büyük bir kırılma yaratmış, şiiri seçkinci münevverlerden alıp esas olarak hak ettiğini düşündüğü halka “en sonunda” teslim ederek edebiyatta devrimci bir tutum takınmış sanat akımıdır Garip.

Canan Degüstasyon’a gelir mi?
Paylaş

Ozan ÇETİN

Orhan Veli 100 yaşında. Büyük şair bu yıl çeşitli etkinliklerle anılıyor. Üzerine çokça şey yazılmış şair hakkında bir şeyler demeden önce biraz şiire, biraz da Anadolu insanının şiirle ilişkisine özetle bir göz atmak, Orhan Veli’yi bu denli önemli ve ölümsüz yapan nedenleri anlamak için faydalı olacak. Çünkü her “aykırı”, her “yeni” şey, ölümsüz ya da alkışlanması gereken değildir.
 Şiire dair
Aragon şiir için; “Şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya gibidir” derken şiirin estetik güzelliğine atıfta bulunur. Baudelaire ise, romantizmin belli ki felsefî idealizmden çokça etkilenmesinden de olsa gerek; “Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır.” diyerek iyiden iyiye “usdışı” yahut “uskontrolsüz” tinsel bir keşmekeşliğe işaret ediyor. Ahmet Haşim’e göre ise, herkes ne şiir yazmalıdır ne de şiirden anlamalıdır.
 Elbette, toplumcu gerçekçi bir şair ile romantik yahut sembolist bir şairin şiire baktığı cihet aynı gökyüzünden olmayacaktır. Ancak belki Cahit Sıtkı’nın şiir için demlediği “Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.” tanımı şairleri bir noktada daha çok yakınlaştıran tanım olabilir. Bir gerçek var ki ona ister ideal diyelim ister salt gerçek diyelim, o da “güzel”dir. Bin yıllardır değişmeyen, muhtevası ve görüngüleri farklılık göstermiş ve gösterecek olsa dahi yalnızca olgu olma özelliği ile bile “güzel”, sanatın ulaşmak istediği bir sonuçtur. Ve elbette şiirse söz konusu olan, o “güzel” olmalıdır.
 Bizde şiir
Anadolu-Osmanlı-Türk şiiri, (daha çok Batı’daki) nesnel süreçlerden kısmen daha geç etkilenmiş; devrimler, savaşlar ve sınıflararası mücadeleler tarihinin izdüşümleri olan edebî akımların yönelimlerini, nüvelerini daima gecikmeli ve farklılıklar barındırarak kendisinde taşımıştır. Bunun nedeni, coğrafyaların kendine özgü sosyal, kültürel, ekonomik yapıları olduğu kadar, Türk şiirinin yüz yıllarca Doğu şiirinden ve evet hemen tümüyle Arap ve Fars şiirinden etkilenmesidir.
 Divan şiiri, kendi içinde son derece katı disiplinleri olan, icraati sırasında da cebirsel hesaplamaları andıran tekniklere sahip “Ortodoks” bir şiirdir. Biçim yönü tavizsiz kurallar barındırır. Bunun yanında klasik şiirde, şair herhangi bir kimse değildir. Onlar “sevgili” (Allah, peygamber, bazen kadın) aşkından pürperişan olmuş, ona duyduğu aşk ile şairlik mertebesine “seçilmiş” kişilerdir. Ve kendilerini papağana benzetirler örneğin. Aşklarını demleyen, sevmekten usanmayan, biçare olmuş, kavuşamayan (vuslat mümkün değil hasıl olmaz), zühd hayatına gark olmuş, aşk şarabından sarhoş olmuş ve bu ahvalde mütemadiyen aynı şeyi söyleyen, aşkın kafesine tutuklanmış papağanlardır. Şairlik, mühim bir mertebedir Divan edebiyatında. Bu nedenle eli kalem tutan, şiir söyleyen herkes şairler meclisine kabul buyrulmaz.
 Tanzimat dönemine kadar Halk Edebiyatı, böyle bir edebiyatın gölgesi altında neredeyse “illegal” bir minvalle yalnızca sözlü olarak serpilip gelişebildi. Bu yüzden Halk Edebiyatı üzerine yapılan araştırmalar çok sonraları gerçekleştirilebilmiştir. Unutulup giden halk şiir ve türkülerini tahmin bile edemeyiz.
 Anadolu insanının şiire karşı neredeyse bastırılmış hevesi ve ilgisi Tanzimat’la birlikte kendine daha çok alan bulmaya başladı. Örneğin Türk romanının başlangıcı da Tanzimat ve ardın sıra süreçlerinde gerçekleşmiş olsa da, batı menşeili bu sanata Anadolu insanı pek rağbet etmeyecek, yine varsa yoksa şiir olacaktı. Hatta “yazsam hayatım roman olur” minvalli bir istihza da o dönemler çıkacak; ancak bunun yanında güzel bir kadına ya da şık bir nesneye “şiir gibi” terkibi lâyık görülecekti.
 Garip Akımı
Diğer bir ifadeyle Birinci Yeni. Orhan Veli’nin 1937’de Varlık dergisinde yazdığı şiirlere dayanan, 1941’de Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’la birlikte yayımladıkları “Garip” kitabının önsözünde Orhan Veli’nin yazdığı poetikayla tavrını, tutumunu, edebî kaygısını ve tercihini ilan eden edebiyat akımı. Edebiyatta büyük bir kırılma yaratmış, şiiri seçkinci münevverlerden alıp esas olarak hak ettiğini düşündüğü halka “en sonunda” teslim ederek edebiyatta devrimci bir tutum takınmış sanat akımıdır Garip.
 Peki neden Birinci Yeni? Şiirde daha önce hiç mi yenilik olmadı? İlk kez mi bir kırılma yaşanıyordu? İsim babalığını Muzaffer Erdost’un yaptığı İkinci Yeni’ye edebiyat eleştirmeni Asım Bezirci’nin itirazı vardı. Çünkü ne “İkinci Yeni” gerçekten ikinciydi ne de Garip Akımı gerçekten birinciydi.
 Türk şiirinin serüveninde ilk değişim hareketleri 19. yüz yıl sonlarında Tanzimat’la başlayıp Cumhuriyet dönemi edebiyatıyla devam etti. Bu süreç içinde birçok edebiyat akımı ortaya çıktı. Namık Kemâl, Tevfik Fikret, Ahmet Haşim; Servet-i Fünûn, Fecr-i Âti, Memleket Edebiyatı, Milli Mücadele Edebiyatı, Yedi Meşaleciler, Beş Hececiler gibi şairler ve edebiyat akımlarının ortak özellikleri yüz yıllarca sürmüş bir şiir geleneğinden kopuşu başlatmış olmalarıydı. Her biri çok keskin geçişler olmasa da bir öncekinin üzerinden yükselen yeni eğilimler oldu.
 Ancak tüm bu akımlar eskinin edebiyatından, özellikle Divan şiirinin etkilerinden tümüyle kurtulamadı. Garipçiler ise kafiye, vezin ve mazmun gibi Divan şiiri unsurlarını tamamen şiirden attığı gibi şiirin niteliğini de değiştirerek daha önce olmadığı kadar radikal bir şiir inşaa ettiler. Açıkça halktan yana tavır koydular ve bunu başarmaları hiç de kolay olmadı.
 Orhan Veli
Garip şiirinin başarılı olması için Garipçiler mutlaka eski edebiyatla ve onun temsilcileriyle hesaplaşmalıydı. Orhan Veli bunu ünlü poetikasıyla başlattı. Bizzat kendisinin kaleme aldığı Garip kitabının önsözünde çekip alabileceğimiz en mühim nokta şöyledir:
 “Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiç bir işe yaramamış olan şiirde bu değişmeyen taraf; ‘müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak’ şeklinde tecelli ediyor. Müreffeh sınıfları yaşamak için öyle çalışmaya ihtiyacı olmayan insanlar teşkil ederler ve o insanlar geçmiş devirlerin hâkimidirler. O sınıfı temsil etmiş olan şiir lâyık olduğundan daha büyük bir mükemmeliyete erişmiştir. Fakat yeni şiirin istinat edeceği zevk artık akalliyeti teşkil eden o sınıfın zevki değildir. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda bulmaktadırlar. Herşey gibi şiir de onların hakkıdır ve onların zevkine hitap edecektir...”
 Görüldüğü gibi Orhan Veli, şiirin kimler için yazılması gerektiğine işaret ediyor. Şiirin daima yüksek zümre için yazıldığı, elit bir edebiyat yaratıldığı, fakat artık ezilen halkın edebiyatının yapılması ve halk için şiir yazılması gerektiğini söylüyor. Ancak bu alıntının devamında da söylenildiği gibi, bu tercih ideolojik bir kaynaktan beslenen bir tercih değildir. Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinin eksenine oturacak bir şiirden bahsetmiyor. Ne var ki oluşturduğu şiir anlayışı yoksul ve emekçi kesimler tarafından sahiplenilecek, edebiyatın köşe başlarını tutmuş entelijansiyanın ise önce alay ve küçümsemelerine, sonrasında ise öfkelerine maruz kalacaktı.
 Dalgacı Mahmut
Orhan Veli’nin halk tarafından sevilmesi ve sahiplenilmesi Türkiye halkının eskiye dayanan şiir sevgisi kadar, şiirlerinde gündelik olanı, sıradan insanları gündelik dille aktarması da etkilidir. Öykücülükte Sait Faik’te gördüğümüz bu yalınlık ve insan sevgisi şiirde Orhan Veli ile hayat bulmuştur.
 
Orhan Veli’nin en ses getiren şiiri Kitabe-i Sengi Mezar’dır:
 
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
 
Son mısrası “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” halk tarafından çok sevilir ve gündelik hayatta dillere pelesenk olur. Öyle ki şair bu konuda bir röportajında şunları söylemiştir: “...Yazık Oldu Süleyman Efendiye’yi yazmasaydım asıl şiirlerim okunmayacak, kendimi anlatamayacaktım. Garip’i o malum ve meşhur dize okuttu. Vazgecemediğim’in okunması için kitabın sonuna o deli saçmasını koymaya mecbur oldum.”
 Orhan Veli şiirleri, kendi kişiliğiyle örtüşen şiirlerdir. Dalgacı Mahmut gibi şakacı, beklenmedik çıkışları olan, egolarından sıyrılmış, insana yakın ve hayat dolu bir şairdir Orhan Veli.
Haşim meselesi
Garipçilerin edebiyat sahnesine çıktığı yıllarda edebiyat dünyasında belirgin bir Ahmet Haşim ağırlığı vardı. 2. Yeniciler dahil kendinden sonraki birçok şairi etkilemiş Haşim için Orhan Veli ise tam bir baş belasıydı! Tabii Haşim’in bunlardan haberi olamamıştı...
 Orhan Veli, eski ile mücadelesini çoğun Ahmet Haşim üzerinden yapmış, hatta Asım Bezirci’ye göre bu hususta fazlaca ileri gitmekten kendi şiirlerine yeteri derecede vakit ayıramamıştı. Asım Bezirci, bu şaka yollu takılmaların düz yazıyla da yapılabileceğini ancak şairin yöntem olarak şiiri tercih ettiğini de söyler.
 Ahmet Haşim, meşhur Bir Günün Sonunda Arzu şiirinde güller, iri güller, altın kulleler, kuşlar, sırma kemerler, sular, akşamlar derken “Göllerde bu dem bir kamış olsam” deyiverir. Orhan Veli, bu dizeye kendi üslubuyla nazire yazar:
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam.
 Yine Haşim’in Havuz şiirindeki “Canan ki gündüzleri gelmez / Akşam görünür havz üzerinde.” dizeleri de haylaz şairin şu ünlü dizelerinin yaratıcısı olmuştur:
 Canan ki Degüstasyon’a gelmez,
Balıkpazarı’na hiç gelmez.
 Gün olur...
Hatırlatmakta fayda var. İlk basımı Şubat 2012’de yapılan Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti - Kendi Sesinden Şiirler, şairi sevenler için büyük bir sürpriz olmuştu. Kayıtlarda şairin sesini duymanın heyecanını yaşarken, Karagöz oynatma yeteneğini de anlayabiliyorsunuz.
 İnsana ve yaşama dair derin bir sevgi besleyen şair, ironi yaparcasına henüz 36 yaşındayken şaka gibi bir ölümle sonsuzluğa göçmüştü.
Degüstasyon’da bekleriz kimi zaman. Gelen giden yok… İyisi, birbirinden değerli şiirlerinden biriyle selam gönderelim.
 
GÜN OLUR
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
 
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
 
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!
 
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...

 

ÖNCEKİ HABER

Dizginlerinden boşalmış bir heykel devirme dönemi!!..

SONRAKİ HABER

150 yıl geriden gelmek...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa