22 Haziran 2011 12:39

Teşekkürler Kazım...

Birçok tarih var aklımızın ajandasında kazılı... Birçok yitip giden, katledilen... Dergimizin bu sayısında da yaşam mücadelesi içindeki direnişleri bizlere örnek teşkil etsin diye anacağız özlediklerimizi... Aklımızın ajandasında Haziran ayı İlkay Akkaya'nın titrek sesiyle söylediği, Hasan Hüseyin şiiri ile birlikte gelir;

Paylaş
Funda Yeliz Alataş

"Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem" diyordu bir röportajında Kazım Koyuncu. O sebepten ben bu yazıda Kazım Koyuncu şöyle iyi sanatçıydı, böyle büyük devrimciydi demek yerine, O'nun kendi cümleleriyle, şarkı sözleriyle kısa hayatına neler sığdırdığını aktarmaya çalışacağım... Sürçü lisan edersem, affola...

“Devrimi düşünebiliriz, düşleyebiliriz, hatta yetmez bir sistem bile kurabiliriz. Sistemimiz şöyle olsun vesaire... Bunu ne zaman yaparız? Devrimi yaptıktan sonra; bok devrimi yaptıktan sonra yaparız! Şu anda bunu düşünüyorsan yaparsın. Yapmaya başlarsın. Sonra da hep öyle yaşarsın ve bu böyle böyle çoğalır. Hayatla da böyle bir ilişki kurarsın. Yolda yürürken de yürüyüşün ona göre olur, adımların öyle gider, insanlara baktığın göz değişir herkes de “ulan bu adam ya da bu insan niye böyle bakıyor?​” der... Elbette sorgulayıp anlamaz ama biri bulur, bir şeyi anlar. Birisi farklı yürüyordur orada. Sana bir puan yazmazlar ama bir şey verirsin hayata; bakkaldan bir şey alırken, manava bir şey söylerken tuhaf bir ilişki kurarsın. İster istemez hoş bir ilişki kurarsın… Yani işte! Hikâye bu.”

7 Kasım 1971'de Hopa'ya bağlı Sugören (Pançol) köyünde doğan Kazım Koyuncu, doğup büyüdüğü coğrafyanın en önemli özelliklerinden olan müzik ve devrimci değerlerden sonuna kadar nasibini almış bir kişiliktir... Çernobil felaketinin ardından çay içen bakana “Geri zekâlı” diyecek kadar yürekli... Başta Karadeniz Sahil Yolu karşı olmak üzere, Çernobil yüzünden kanser hastalığı ile ölümün kucağına itilen Karadeniz halkının mücadelesini verirken, 2004 yılının son aylarında kendisi kanser hastalığına yakalanarak coğrafyanın “ortak özelliği” haline gelmiş kanserden de nasibini almıştı... Müzisyen kişiliğini devrimci kişiliğiyle birleştirerek tüm toplumsal içerikli etkinliklerde gitarı ve tulumu ile yer aldı... “Ben sadece ben olmak istiyorum” dedi ve öyle yaşadı.

Baba ben yıkıcıyım ama
Kendini bilmez değilim
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum
Işık hızıyla geçen zamanı
Yaşamak belki de çok zor
Korkuyorum ben geçmişten
Korkuyorum gelecekten

Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) grubu ile birlikte çıkardığı ikinci ve son albümü İgzas (Yürüyor)'da der ki;

Çok iken bir şeydik, bir iken çok şey... Acı biber turşusu yedik. Otuz metre karede her şeyle çok seviştik... Toprak sahipleri, çok uluslu şirketleri ve işbirlikçi yerlileri, çete sahipleri ve yalakaları, baş ve bakanları, milletlerin bekçileri ve sürülerinin olduğu yerde yer kavgası vermedik... Hiçbir yerdeydik...

Her yerdeydi, Dayanışma konserlerinde, savaş karşıtı etkinliklerde, çevrecilerin dinletilerinde, işçi grevlerinde ve öğrenci şölenlerinde sesini yükseltti, sesini yükseltenlerle yan yana durdu.  Diyarbakır'da bir Newroz'da izleyenlere “Denizin çocuklarından, dağların çocuklarına selam getirdim” demiştir.Aşkı da yaşamak şarkısında içindeki çocuğun bir yandan delicesine oyun oynamak isterken, diğer yandan baş ve bakanların ordularından duyduğu korkuyu hissedersiniz; boynuna o yeşil fuları sarma çocuk / gece trenlerine binme, kaybolursun / sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun.

O çocuk hala yaşamaktadır hepimizin kalbinde, bir “Sürgün Başlar” sadece; nerede susar kalır insan / nerede ölür sözleriyle / ne vakit kanar kalbin senin / ne vakit büyür sevgiye / sessizce akar zaman... Sessizce akmıyor, akmayacak artık zaman. Zaman ses çıkarma vakti, zaman isyan vakti... Dünyada bir yerdedir hala.

Dünyada bir yerdeyim ben / yol kenarlarındaki su birikintilerindeyim / yerim yurdum yoktur benim / yarim yurdum yoktur benim / sadece gökyüzüne göreyim...

Hakkında yazılmış ve yazılacak her şey kifayetsiz dedim ya en başında... Yazı uzadıkça içim daha çok darlanıyor, öfkem daha çok artıyor. Seni çok özledik “şair ceketli çocuk”...

25 Haziran 2005'te yitirdik Kazım'ı. Memleketi Pançol'da fındık ağaçları içinde yatıyor. Aramızdan ayrılışının altıncı yılında 25 Haziran'da Taksim İstiklal Caddesi, Mis Sokak önünde saat 19.00’da buluşuyoruz. Senede bir gün değil, Nükleer Santral yapmak isteyen zihniyetlere karşı her günü Kazım'la birlikte yaşıyoruz...

“Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”

Teşekkürler Kazım...

ÖNCEKİ HABER

Gençlik kampımız tarihe kardeşliği yazıyor

SONRAKİ HABER

Hasretinden prangalar eskittik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...