26 Ocak 2014 06:00

Ya ameliyatlı yerime gelseydi!

Hayatta tanımasanız bile seveceğiniz adamlar vardır. İşte bu hafta bu adamlardan biri olan, Karikatürist Kemal Gökhan Gürses ile iki çift lafın belini kıralım istedim. Hatta abartıp paralel muhabbet yaptık. Şu sıralar pek moda biliyorsunuz...

Ya ameliyatlı yerime gelseydi!
Paylaş

Özgür ÖZGÜLGÜN

Hayatta tanımasanız bile seveceğiniz adamlar vardır. İşte bu hafta bu adamlardan biri olan, Karikatürist Kemal Gökhan Gürses ile iki çift lafın belini kıralım istedim. Hatta abartıp paralel muhabbet yaptık. Şu sıralar pek moda biliyorsunuz...
Ben bu sevimli adamla askerliğimi yaparken, kitapları üstünden tanıştım. Hayata çorba gibi karmakarışık tutunmaya çalışırken ziyaretime gelen VÖ (Vedat Özdemiroğlu) getirmişti bana kitaplarını ve hepsini tek solukta okumuştum. Ne harbi adam demiştim, pek sevmiştim. Tavsiye ederim bir kitabını okusanız, üç aşağı beş yukarı siz de tanır, hemen sevebilirsiniz onu. Uzatmayalım dünyanın derdini dert bellemiş bir adam işte.

Gündem yoğun ama biz kitaptan başlayalım istiyorum. Son kitabın Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi’den...

Kitabın önsözlerinden birinde, yola çıkış hikayesini anlatıyorum zaten. Ama bir de “içerden” bir hikayesi var. Gazeteci dostum Kemal Göktaş’ın günahsız bir şekilde yarattığı rahatsızlık ilk duraklardan biri. Arat (Dink) okulu bitirdiğinde sözüm var, kutlamasını yapacağız. Bitiriyor okulu, sarılıyor telefona. “Ağbi, bitti okul” demek için. Karşıdaki ses “Ha, öyle mi, çok sevindim” falan diyor ama, heyecansız bir tonu var. Bozuluyor Arat haliyle. “Ağbi sen neredesin” diyor. “Ankara” cevabını alıyor. “Herhalde” diye düşünüyor Arat, “Ağbimin Ankara’da Karikatürcüler Derneği toplantısı falan var.” Benim dernekle bi ilişkim yok, o da ayrı. Ama içten içe de bozuluyor. Yanlışlıkla aradığı Kemal Gökhan değil Kemal Göktaş. Rehberinde ikimizin adı da ‘Kemal Go’ olarak geçiyor. Acısını çıkarttık tabii. Arat bana iki ay bozuk çaldıktan sonra bir akşam bunu öğrenince ben, “sahte” KemalGo’yu yakalayıp bir akşam boyu ikimizin arasına oturtup ifadesini almak durumunda kalıyorum. Kesmiyor. Zavallı adamcağız böylece günün birinde benim “Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi” hikayemde görünmez kahraman(!) oluveriyor.

İkinci durak...
İkinci durak Venedik. Yıllar önce Venedik’te bir otelin lobisinde oturuyoruz sülalecek. “Sen de ektir” diye bir Türk yaklaşıyor yanıma. İki de çocuğu var. Oturuyorlar bizim masaya. “Ben ektirdim” diyor. “Ben kellikten memnunum, sağol yine de” diyorum. Otelciymiş İstanbul’da. “Oğlanı gezdiriyorum” diyor. Bir önceki durak Amerika’ymış. O gün de nasıl sis var Venedik’te. Biz bir şey göremeden döneceğiz. Oğlanın boynunda fotoğraf makinesi. Farketmekte zorlanıyorum; çocuk kör. Venedik’in kanallarında sisli bir günün fotoğraflarını çeken kör bir çocuk. Kitabın ikinci ve asıl kahramanı da bu oğlan.
Yıllar sonra Gezi Direnişi yaşanıp, cesaretini nerede beslediğini anlayamadığım çocuk çıkıp ortaya, yaşamı pahasına o direnişi var ederken, içlerinden gözüne gaz fişeği isabet edip kör kalanlar beni bu eski hikayeye götürüyor. Kitabın sav sözü de burada çıkıyor: “Gezi Parkı Direnişi hepimizin gözünün açılmasına neden oldu!” Bu metaforla yola çıkıyor kitap. İşte hikayenin hikayesi...

DÜŞMANLIKTAN İSTANBUL UNITED’A

Kalemine, yüreğine sağlık, çok güzel olmuş. Olan biteni nasıl değerlendiriyorsun? Gerçi sen yazıp çizmişsin ama...
Şu an olan biten tam bir tımarhane hikayesi. Çöküş dönemi tadında Osmanlı vakaları kol geziyor ortalıkta. Gerçeğin mizahı, mizahın gerçeğini aşmış durumda. Mizahçı için malzeme çok deniyor ama, aslına bakarsanız bu kadar trajediyle içiçe geçmiş zamanlarda mizah gerçeğin gölgesinde kalır. Ben biraz kenardan izleyen bir adamım. Olan bitene kenardan bakan, izleyen, imkan buldukça da anlatan bir çizerim. Senin çArşı tutkunu biliyorum. Güzel bir örnektir Gezi Direnişi için çArşı hikayesi mesela. Bütün Gezi dönemi boyunca çArşı siyasi bir aktöre dönüştü. Futbolun kitleselliği bir anda yaşamın eğlenceli tarafında kalmakla sınırlamadı kendini; yaşamı dönüştürecek bir rol de üstlendi. Hrant Dink anması yapılıyor, bir bakıyorsun çArşı orada... Gerçi son anmaya Trabzonspor taraftarları da geldi. Çok duygulu bir katılımdı bence...

Bu arada Hrant Dink de Beşiktaşlıydı...
Bilmiyordum. Senden öğrenmiş oldum. Öyle olmasaydı da tavırları aynı olurdu bence. Zaten her anmada ve mahkeme kapılarında bile çArşı, Hrant’ı unutmadı, hep bizimle beraber.

Bu yakınlaşmaları, birleşmeleri nasıl değerlendiriyorsun?
Bunlar güzel ama bu ülkede pek alışık olmadığımız şeyler. Kızıma dedim ki, üç gün önce birbirine omuz atmaya hazır insanlar nasıl oluyor da birbirlerini bu kadar güzel sahipleniyor? Ne değişti şu üç günde? Gezi büyük bir şenlikti, sokağın şenliğiydi. Bu gençleri İstanbul United’a dönüştüren bir şenlik. Dayanışmanın kültüre dönüşen hali, umudun tekrar hayata katılışıydı Gezi Parkı. Şaşkındık elbette. Acıyla dolu geçmişi var bu ülkenin ve biz artık bu acıların tekrarlanmasını istemiyoruz. Ama her gün yaşadıklarımız umut taşımamıza izin vermiyor ne yazık ki...

GEZİ BÜTÜN COĞRAFYAYI ETKİLEYECEK

Peki bundan sonra ne olacak?
Ben ortalık karışınca mutlu olan biri değilim. Filler tepişiyor biz çimenler eziliyoruz. Hayata mizah katıyor bu çocuklar. Acıdan çıkardıkları travma değil, yaşamın komiği. Yaşamın komiğini çok güzel anlatıyorlar bize, eğriliklerimizi... Bu beni mutlu ediyor. Yeni bir dil var. Gençler bu dili çok iyi biliyor ve kullanıyor. Biz de ortalıkta mizahçıyız diye dolaşıyoruz.
Bu gençlerin arasında ezici bir üstünlükle kadınlar, genç kızlar var. Toplumsal muhalefette ve sokakta kadınlar artık çoklar ve çok sağlamlar. Bugün HDP’nin içinde 62 kadın aday var. Kadınlar her şeyi güzel ve düzgün yapar.
Şu var bir de; benim kızım Gezi’den sonra artık başka biri. Tabii babası olarak ben de artık başka biriyim. Toplumun bir kesimi artık eskisi gibi değil. Bu bütün coğrafyayı da etkileyecektir. Gezi hayatımıza dönüşümün tortularını bırakmıştır. Söylenmiş her söz atmosfere karışır, kaybolmaz. Ben de atmosfere karışacak bir hikaye anlattım. Ustamın dediği gibi “gereksiz taramalardan” kaçınıyorum, ama şimdilerde gereksiz yalamalardan da kaçınmak lazım.

Sokak kendi mizahını yarattı diyorsun yani...
Mizah biraz talebe işidir, genç işidir. Yan yana yaşamaktır. İlk defa bir şeyle karşılaşmak, ona fütursuz tepki gösterebilmektir. Can yanmasını en iyi ifade etme alanıdır mizah. Mizah için aidiyet duygusunun çok az gelişmiş olması gerekir. Hem zekânız hem ruhunuz aidiyeti çok taşımayacak. Meslek sahibi olmakla beraber aidiyet duygunuzu geliştirmeye başlıyorsunuz. Aidiyet duygunuz varsa sivrilikleriniz de ortadan kalkmaya başlıyor, dolayısıyla mizah duygunuz azalıyor.
Bu yüzden genç işidir mizah. Gezi’deki mizah zekâsı meğer ekilmiş tohumların varlığını gösterecekmiş bize. Bu tohumlar çok iyi patladı, çünkü ayaklarına çok fena basıldı. “Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi” de böyle bir acının ürünü aslında. Sloganı yazanı buldum bu arada. Söyleyemiyoruz ama...

ÖNCEKİ HABER

Hamlet ve diğerleri

SONRAKİ HABER

Hasan Sabbah ve Fethullah Gülen arasındaki 7 fark

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...